İslamî ilimler sahasında cereyan eden ve kitle iletişim vasıtaları marifetiyle kitleyi de içine çeken yoğun tartışmaların yol açtığı fikrî ve hatta “itikadî” bulanıklık, ancak yine aynı vasıtalar yoluyla yerini “durulma”ya bırakacaktır. Özellikle çekirdek kadrosunu akademisyenlerin oluşturduğu dergiler –ki önceleri bir anlamda “kapalı devre” yayın yaparken, bilahare geniş kitleleri yönlendirici bir özelliğe kavuşmuşlardır– böyle bir ortamın oluşmasına inkârı mümkün olmayan bir katkı bahşetti!
Elbette ilim adamının görevi “araştırmak“tır ve vardığı sonucu ilim aleminin dikkatine sunmak onun en tabii hakkı, hatta sorumluluğudur. Ancak herhangi bir görüş veya düşüncenin geniş toplum kesimlerine yansıtılmadan önce ilmî çevrelerce gerekli ölçüde tartışılması bir zorunluluktur. Konunun ilgilileri tarafından her yönüyle eleştiri süzgecinden geçirildikten ve sahibi tarafından bu eleştiriler doğrultusunda yeniden ve yeniden gözden geçirildikten sonradır ki o görüş veya düşünce topluma yansıtılır. Zira yazıya dökülen her düşünce “kalıcı” hale getirilmiş, hele de iletişim vasıtaları yoluyla kitlelere ulaştırılmış olmakla, tabir yerindeyse artık kontrolden çıkmıştır. Nerede, nasıl bir etki oluşturacağı ve kitleleri nasıl yönlendireceği asla tam olarak kestirilemez…
Böyle bir ahvalde bir süre “tek kanallı” yayın yapan ilmî dergilere şahit olduk. Allahtan, durumu dengeleyici periyodiklerin zuhuru için fazla beklemek gerekmedi. Hatta Tasavvuf dergisi örneğinde olduğu gibi belli bir ihtisas alanıyla sınırlı, dolayısıyla derinlikli dergiler çıktığını görmek doğrusu içimize su serpti.
Hadis Tetkikleri Dergisi de içimizi serinleten soluklardan birisi olarak yayın hayatındaki yerini aldı çok şükür. Altı ayda bir yayımlanacak olan HTD‘nin Yayın ve Danışma kurullarını yurt içinden ve dışından isim yapmış akademisyenlerin oluşturması, derginin ciddiyet ve seviyesini göstermek için yeterli olmakla birlikte, Hadis sahasının ilgilisi herkesi olduğu gibi beni de yakından ilgilendiren muhtevasını oluşturan makalelerin her birinden –kısa da olsa– ayrı ayrı söz etmek istiyorum.
Editör imzasıyla yazdığı sunuş yazısında “… Yaşanan bunca tecrübe, meselelerin, gerek krizin kaynağı, gerekse krizden etkilenenler açısından daha geniş ve kuşatıcı bir bakış açısıyla, akademik bir zeminde ve uluslar arası boyutta ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu anlamda, tayin edici rolünü ve bu doğrultuda şekillenmiş ayırt edici ilmî niteliklerini çoktan unuttuğumuz, buna bağlı olarak da inşâî yönünü görmek ve takdir etmekten aciz kaldığımız değerlerimizin yeniden keşfi ve bunların ihtiyaçlara göre yeniden yorumu kanaatimizce yaşanan düşünce krizini aşmada belirleyici bir rol oynayacaktır…” diyerek yayın çizgisini ortaya koyan Doç. Dr. İbrahim Hatiboğlu‘nun ardından Doç. Dr. Mustafa Ertürk, “Nebevî Sünnet’in Târihî Gerçeklikteki Konumu Açısından ‘Kur’an İslâm’ı’ Söyleminin İlmî Değeri” başlıklı makalesinde, özellikle son yıllarda “Kur’an’a dönüş“, “Kur’an İslamı“, “Kur’an’daki İslam“… gibi söylemlerle geniş kitleleri etkileyen bakış açısını teşrih masasına yatırıyor. Bu söylemin tarihî arka planını verdikten ve günümüzdeki durumu özetledikten sonra şu tesbiti yapıyor:
“Ancak gerek tarihte gerekse günümüzde İslâm dünyasının değişik bölgelerinde bu ve benzeri söylemleri dile getirenlerin tamamının Hz. Peygamber’in sünnetini reddetme eğiliminde olmadıklarını, daha ziyade hadislere/rivayetlere tenkidî açıdan yaklaşılması gerektiği görüşünü taşıdıklarını söylemekte fayda vardır.”
Doç. Dr. Ertürk‘ün bu tesbiti, özellikle günümüzdeki muhataplarının “Sünnet inkârcısı” olarak yaftalanmaktan hayli şikâyetçi oldukları göz önünde bulundurulduğunda doğrunun ifadesi olmaktadır. Ancak kendisinin de makalesinin ilerleyen bölümlerinde ortaya koyduğu gibi “gerek tarihî gerçeklikleriyle bağlantısı koparılarak gerekse kendi içerisindeki tutarsızlıklarıyla Nebevî Sünnet’in yok sayılıp oluşturulmaya çalışıldığı Kur’an İslamı söyleminin (keşke daha güzel ifade edilseydi, E.S.) anlamlılığından ve ilmîliğinden bahsetmenin ve onun pratik bir değer ifade ettiğini ileri sürmenin isabetli olmayacağı” aşikârdır.
İkinci makale Arş. Gör. Ayşe Esra Şahyar‘a ait ve “Zayıf Hadisle Fezâil Konusunda Amel Edilebilirlik Fikrinin Doğuşu ve Gelişimi” başlığını taşıyor. Şahyar, özet olarak makalesinde, en-Nevevî‘ye gelene kadar zayıf hadisin sadece “rivayet edilebileceği” düşüncesi mevcutken, en-Nevevî ile birlikte bunun, zayıf hadisle “amel edilebileceği” fikrine evrildiğini söylüyor.
İmam el-Buhârî‘nin Ahlak Hadisleri adıyla tercüme edilmiş olan el-Edebü’l-Müfred‘inin Alperen yayınevi tarafından gerçekleştirilen yeni baskısına hasbelkader bir “giriş” yazısı yazmış ve es-Sahîh‘de yer alan zayıf rivayetlere birkaç örnek zikretmiştim. Belki Şahyar‘ın bu konudaki çalışmasına bir katkısı olur…
Milli Gazete – 27 Mart 2004