ESAM tarafından tertip edilen “2. Milli Görüş Sempozyumu” geçtiğimiz Perşembe günü başladı. İki gün devam edecek. Ben ancak ilk günkü oturuma katılabildim. Öğleden sonra “40. Yılında Milli Görüş: Bir İç Muhasebe” başlıklı bir sunum yaptım.
Tertip heyeti sempozyumda işlenecek konuları önceden başlıklar halinde tesbit etmişti. Durum bana iletildiğinde ben yukarıda zikrettiğim başlık altında bir sunum yapmayı tercih edeceğimi belirttim. Büyük bir olgunlukla kabul ettiler. Kendilerine ve programda yaptığım sunumu kemal-i ciddiyetle dinleyen katılımcılara bir kere de huzurunuzda teşekkür ediyorum. İnşaallah bir hayra vesile olur…
Bitmesini bekleyemeden izin isteyip, Antalya’da SOGEL (Ankara Sosyal Gelişim Derneği) tarafından düzenlenen “Aile Eğitim Programı”na katılmak üzere o sempozyumdan ayrıldım. Akşam uçağıyla geldiğim Antalya’da bugün (Cumartesi) itibariyle bir sunum yapmış olacağım.
Buradaki sunumun konusu “Sahih Kaynaklarımız ve Modernizm.” Bu sene dördüncüsü yapılan Aile Eğitim Programı’na tebliğci olarak Cuma günü Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu katkı verdi. Prof. Dr. Hatiboğlu, “Sahih Kaynaklarımızdan Sünnet ve Modernizm” konusunu işledi. Ondan önce (Ankara’daki program sebebiyle katılamadığım) ilk günkü oturumda Prof. Dr. Yakup Çiçek “Kur’an Tefsiri İçin Sahih Kaynakların Önemi” başlığıyla bir sunum yapmış. Pazar günü de Prof. Dr. Orhan Çeker hoca “Fıkıh İçin Sahih Kaynakların Önemi” konusunu işleyen bir tebliğ sunacak.
Sempozyumun ana temasını “sahih kaynak” vurgusunun oluşturduğuna dikkat etmişsinizdir. Bu son derece önemli ve isabetli tesbiti yapmakla yetkililer gerçekten şayan-ı tebrik bir hizmetin altına imza atmış oluyor.
“Kaynak” meselesi modern zamanlarda zihni binbir çeldiriciyle bulanmış insanımızın en başat problemini oluşturuyor. Meselenin başlığını “sahih kaynak” şeklinde koymak problemin epey bir kısmını çözmek anlamına geliyor. Neyin sahih olduğu ve neyin öyle olmadığı konusunda önceden yapılmış –dolayısıyla “tartışma dışı” tutulmuş– bir tesbit, yolu epeyce kısaltmak anlamına geliyor. Bundan sonrası işi teoriden pratiğe aktarmak…
Hakikat, vasıl olduğumuzda bizi kendisine kopmaz bir şekilde bağlayandır. Ve hakikate vasıl olmak, doğru parçası gibi bir yerde “başlayıp biten” değil, doğru gibi “devam eden” bir süreçtir.
Bizim (modern zaman Müslümanları) için problem, hakikatin “bilinen bir şey/nesne” değil, “yaşanan bir hal” olduğuna zihnimizin bir türlü yatmaması. Evet evet, bu meseleyi “zihnimizle” kavramak istediğimizde esas hatayı yapıyoruz. Bu mesele zihinle kavranacak değil, kalple idrak edilecek bir meseledir. Dolayısıyla “bilgi”nin değil, “marifet”in konusudur.
Biliyorum modern algı sistemi burada da bir atraksiyon yapacak ve yukarıdaki cümleyle benim “Tasavvufî” bir şeyden bahsettiğimi size fısıldayacak. Oysa İslamî bilgiyi “beyan-burhan-irfan” diye birbirinden bağımsız kompartımanlara ayıran zinih ve kavrayış durumu bizatihi problemin bir yanını oluşturmaktadır…
Söze nereden başladık, nereye geldik…
Hasılı güzel şeyler de olmuyor değil. Bütün eksiklerimize, bütün liyakatsizliğimize rağmen kervan –ağır aksak da olsa– yürüyor. Haddimizi, sınırlarımızı, cirmimizi aşmadan ve fakat liyakat ve ehliyet arayışını da aksatmadan yola devam edersek sular mecrasına dönmeye başlayacak…
Milli Gazete – 31 Ekim 2009