Güneş Kültü ve Namaz Vakitleri-2

Ebubekir Sifil2004, 2005, Gazete Yazıları, Nisan 2005

Bir önceki yazıda namaz vakitlerinin tesbitinde güneşe tapanların ibadet saatlerinin gözetildiği tesbitine itiraz etmiş ve şöyle demiştim:

Namaz kılmanın yasaklandığı vakitlerin, güneşe tapanların ibadet saatleri dikkate alınarak tesbit edildiğini söyleyebilmek için, öncelikli olarak bunu açık ve kesin bir şekilde gösteren delil bulunmalıdır. Böyle bir delilin bulunmadığı ise, yukarıda alıntılanan ifadelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır. Zira müellifin konu hakkında söyledikleri, öncelikle yine kendi kurgusuna istinat etmekte, ikincil olarak da İslam alimlerinin konuyla ilgili tesbitine atıf yapılmaktadır..”

Soru sahibi kardeşim beni Salı günü arayıp, Tartı‘nın atıfta bulunduğu rivayetleri bana gönderdiği soru metninde zikretmediğini söyledikten sonra konuyu tekrar araştırdım.

Müslim, Ebû Dâvûd, en-Nesâî ve daha başkaları tarafından aktarılan Amr b. Abese (r.a) rivayetinde olsun, başka rivayetlerde olsun Hz. Peygamber (s.a.v)’in, doğuşu ve batışı esnasında “kâfirlerin güneşe secde etmesi” sebebiyle bu vakitlerde namaz kılınmamasını söylediği zikredilmektedir.

Şu halde, güneş doğarken ve batarken namaz kılmanın yasaklanması ile güneşe tapanların bu vakitlerde ibadet etmesi arasında hiçbir ilişki bulunmadığını söylemek isabetli olmayacaktır.

Ancak bu ilişkinin, söz konusu yasağın “illet“ini teşkil ettiğini söylemek tartışma götürür.

Acaba Hz. Peygamber (s.a.v), güneş doğarken ve batarken namaz kılmayı yasaklamakla, ümmetinin güneşe tapabileceği ihtimalini mi göz önüne almıştır, yoksa en edna şekilde de olsa onlara “benzeme” durumunun ortaya çıkmamasını mı arzu etmiştir?

Bu soru önemlidir; zira ilk cevap doğru kabul edildiğinde, müslümanların güneşe tapınma ihtimali, yani “illet” ortadan kalktığı zaman hüküm de ortadan kalkacak ve o vakitlerde namaz kılmanın yasaklığı hükmü cevaza inkılap edecektir. Tartı‘nın söylediği de budur.

İkinci cevap doğru kabul edildiğinde ise, “benzeme” ihtimali, yasağın “illet“i değil, belki hikmetlerinden birisi olarak itibara alınacaktır.

Oysa burada “benzeme”nin de, “güneşe tapma ihtimali”nin de illet olarak belirlenmesi kanaatime göre isabetli olmaz. Bunlar olsa olsa ilgili yasağın hikmetleri cümlesinden olarak zikredilebilir.

Zira özellikle Efendimiz (s.a.v)’in terk-i dünya etmesine yakın dönemlerde İslam, Arabistan yarımadasının hemen tamamına yayılmış ve iyice kökleşmişti. Müslümanlar‘ın “güneşperestlik” gibi bir inanca meyletmesi söz konusu değildi. Böyleyken Efendimiz (s.a.v)’in bu uygulamayı değiştirmek gibi bir girişimde bulunduğu vaki olmamıştır.

Öte yandan kadim cahiliye döneminde Araplar arasında Güneş, Ay ve Zühre yıldızı olmak üzere üçlü bir tanrı inancı mevcuttu. Ay “baba tanrı”, Güneş “ana tanrıça” ve Zühre yıldığı “oğul tanrı” olarak kutsanıyordu. (“DİA“, III, 317 vd.)

Buna, Tartı‘nın işaret ettiği, “Gece ile gündüz, güneş ile ay Allah’ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin; eğer gerçekten Allah’a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin” mealindeki 41/Fussılet, 37 ayetini de eklersek, gece ibadetine herhangi bir kısıtlama getirilmemiş olmasını açıklamak gerçekten mümkün olmaz.

Araplar arasında Güneş’le birlikte Ay ve Zühre yıldızı da tanrı kabul edildiği ve dahi gece Ay’a ve Zühre yıldızına ibadet etmek (insanların ıttılaından saklamak kolay olacağı için) daha sık vuku bulabileceği halde Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından niçin sadece güneşe tapınma ihtimali dikkate alınmış olabilir?

Buna ilave olarak Efendimiz (s.a.v)’in, kılık-kıyafetten başka pek çok hususa kadar ümmetini Yahudi ve Hristiyanlar‘a benzemekten sakındırdığı bilinmektedir. Bu tavırda, “din değiştirip onların dinine geçme” ihtimalinden ziyade, dinî ve kültürel bakımdan onları çağrıştırmama ve onlara benzememe hassasiyetinin aranması daha isabetli olacaktır.

Kaldı ki namazı “mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir farz” olarak ifade eden 4/en-Nisâ, 103 ayeti ile namazların vakitleri hakkındaki 17/el-İsrâ, 78; 11/Hûd, 114… gibi ayetler ve Cebrail (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.v)’e namaz vakitlerini öğrettiğinin nakledildiği İbn Abbâs, Câbir (r.anhuma) vd. rivayetleri, namaz vakitlerinin Efendimiz (s.a.v)’in inisiyatifi ile değil, vahiy tarafından belirlendiğini söylememizi gerektirmektedir. Öyleyse bu konuda bir tarihsellik varsa Hz. Peygamber (s.a.v)’in belirlemesinde değil, vahiydedir!

Doğrusu şu ki, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, döneminin şartlarını, toplum yapısını vs. dikkate alarak düzenleme yaptığı durumlardan bahsedilebilirse de, bunu ibadetler sahasını da içine alacak şekilde genişletmek kabul edilebilir bir tutum değildir.

Milli Gazete – 14 Nisan 2005