Günlük bir gazetede köşe yazısı yazan bir insan ne yazmalıdır?
Halkın okumak istediğini?!
Medyanın belli bir kesimine hükmedenler “halk böyle istiyor” cümlesini sıklıkla tekrar etmeyi pek sever. Yaptıkları işe “meşruiyet” temin eden bir formüldür bu. Aslında onlar da bilirler bu cümlenin aslının olmadığını. Yaptıkları işin “halkı yönlendirmek” olduğunun tabii ki bilincindedirler. Bunun için maaş alırlar. Ama yine de “halk böyle istiyor”dan vaz geç-e-mezler. Zira bilirler ki onlar bu sihirli formülü tekrar ettikçe halk da halkın “böyle istediğine” inanmaya başlar!
“Halk böyle istiyor” gerekçesiyle günübirlik meseleleri gündem ederek sütunlarını dolduran köşe yazarları, eğer bunu elzemiyetine inanarak yapmıyorlarsa, eni-konu bir “riyakârlık” problemi yaşıyorlar demektir. Hatta sadece “riyakârlık” değil, hitap ettikleri insanları günübirlik meselelerle meşgul edip, asıl sorumluluklarından uzaklaştırmakla daha büyük bir cürmün altına imza atıyor onlar.
Yaptıkları işin elzemiyetine inanmaları ise en vahim olanıdır. Zira bu durumda onların, putunu helvadan yapanlardan farkı yoktur…
Okuyucu/izleyici nezdinde medyadaki yüzü akademisyen kimliğinden daha baskın olan Haluk Şahin asil bir karar almış ve üniversitedeki görevi lehine köşe yazarlığını bırakmış. Geçen hafta Gökhan Özcan kardeşimin Yeni Şafak’taki köşesine taşıdığı bu haber, daha doğrusu bu haberin mesajı medyada her gün yüzlercesini gördüğümüz/okuduğumuz haberlerin büyük çoğunluğundan daha önemli. 25 sene köşe yazarlığı yapmış bir insanın bütün hayatı “güncelin kalıcılaştırılması” üzerine kurulmuş olmalıdır diye düşünüyorsunuz. Haluk Şahin bu durumu “güncelin despotizmi” şeklinde kavramlaştırmış. “Güncel” olan, yani gelip geçici olan hayatı öylesine etkisi altına alıyor ve dolduruyor ki, ilginizi başka bir alana, kalıcı olanın teşkil ettiği alana kaydırmanız adeta imkânsızlaşıyor. Kavram kısaca bunu ifade ediyor.
“Bir gazeteci bundan daha fazlası için ne yapabilir ki? Onun varlık sebebi günceli izlemektir” diye düşünebilirsiniz. Ama Şahin güncele bu derece kilitlenmenin insanı nasıl körleştirdiğini görmüş. Eminim 25 sene boyunca bir yandan güncele kilitlenirken diğer yandan paradoksal biçimde bunun ne getirip ne götürdüğünü sürekli olarak muhasebe etmiştir.
Evet, medya vasıtasıyla güncelden haberdar olan insan, yine medya vasıtasıyla onu “kalıcı” hale getirirken, aslında esas gündeminden, kalıcı gündeminden uzaklaşıyor. Günceli kalıcılaştırmakla kalıcı olanı buharlaştırmış oluyor. Kur’an lisanıyla “oyun ve eğlence”ye dalıyor yani… Benim yaşımda olup da “gazete okuyucusu” sınıfından madud bulunanlar en az 30 yıldır gazete okuyor olmalıdır. 30 yıl boyunca seçimleri ya da ekonomik göstergeleri yahut spor haberlerini yakından izleyen bir insan, “insanlığın büyük yürüyüşü” adına kayda değer ne yapmıştır? Gazete okumak bir ayrıcalıksa gerçekten, gazete okuyucusunun bu soruya vereceği bir cevap olmalı değil mi?..
Başa dönelim ve tekrar soralım: Günlük bir gazetede köşe yazarlığı yapan bir insan, ne yazmalıdır?
Günübirlik meseleleri gündem etmekte ısrarlı olsa, hedef kitlesinin “asıl” olanla irtibatının zayıflatmaktan başka bir şey yapmış olmayacak. Bunun riyakârlıktan öte bir cürüm olduğunu yukarıda ifade ettik. Kalıcı gündeme dair yazmakta ısrar etse, “okunmuyor” olmaktan dolayı bizim gibi bilmem kaçıncı sayfadaki “aile” köşesine itilecek!..
İroniye bakın ki, varlık sebebi size “güncel”i iletmek olan bir gazetede, “güncele paçanızı kaptırmayın” diyen bir yazı okumaktasınız. Modernitenin kategorik olarak reddedilmesi gerektiği tezini işleyen bir yazının size modern teknolojinin sağladığı imkânlarla ulaşıyor olması gibi bir şey!..
Milli Gazete – 2 Temmuz 2011