Modernistlerimizin, babasından kalan külçe altını yüksünüp, “yarım ekmek arası döner veren çıksa da şundan kurtulsam” diye kıvranan zavallı misali, varisi kılındığımız paha biçilmez birikimi tırtıklamaya azm-u cezm-u kasd-u musammem eylemiş olmasına mı, bu mirası sahiplenme kaygısını taşıyanlarımızda ona liyakat kesbetmek adına kayda değer bir performans görülemeyişine mi daha fazla yanmalı?..
Sahi bu külçe ne işimize yarayacak? Değerli bir şey olup olmadığı konusunda bile karar verebilmiş değiliz. Diyelim ki değerli olduğuna kanaat getirdik. Peki değeri ne kadar? Bilen yok. Diyelim ki değerini takdir ettik; iyi de onu nakde çevirmenin yolu ne? Diyelim ki nakde tahvil ettik; bu nakdi en verimli biçimde nasıl kullanabiliriz? Yine cevap yok…
Bütün bu sorulara doğru cevap vermenin yolu, hiç şüphe yok ki bir süre aç kalmayı göze almaktan geçiyor. Açlığımızı bir süre bastırmayı akıl ve teklif edebilenlerimizde de diğer soruların cevabını keşfetme yolunda görülen –sözünü etmeye değer– tek şey “niyet.” İşte tek sermayemiz bu. Külçeye bakıp, “Bu değerli bir şey. Çünkü geçmişte yaşanan, “güzel” bir hayattı ve onun belirleyiciliğinde şekillenmişti. Öyleyse acele verilecek bir kararla onu zayi etmek akıl kârı değil” diyenlerimiz var çok şükür ki. “Şimdilik” bu kadar…
Derler ki, Fransızlar Cezayir‘i işgal ettiğinde, Müslüman halkın direncini kırmak ve işgali “meşrulaştırmak” için İmam eş-Şa’rânî‘nin eserlerini Fransızca’ya çevirmişler.
Bizler –sayısız “değer” hakkında yaptığımız gibi– İmam eş-Şa’rânî‘yi korkunç bir aymazlıkla tüketeli çok olmuştur. Belki onun dilimize çevrilen bir-iki eseri kütüphanelerimizden henüz tamamiyle el-etek çekmemiştir, ama yüzlerine bakmaya tenezzül edenlerimizin sayısı hakkında iyimser konuşmak için elimizde pek bir sebep kalmadığı da ortada. Ya adını bile bilmediğimiz diğer eserleri? Onu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim…
Meşhur müsteşrik Joseph Schacht, onu “sevimli” bulmasına sebep teşkil eden özellikleri arasında “insaniyet ve hoşgörüyü savunması, samimi ve tarafsız bir şekilde ulemaya, Hristiyan ve Yahudiler’in tevazuunu örnek göstermesi”ni, bir de “kadınlığın vakarına karşı gösterdiği büyük saygı”yı vurgularken, sivrisinekten nasıl yağ çıkartılacağı konusunda bize emsalsiz bir ders vermektedir aslında.
Uluslarüstü sermaye, küresel bir çiftlik haline getirdiği yeryüzünde hala “değnekli” dolaşıyorsa, Hz. Musa (a.s)’ınkinden daha azman ve daha azgın bir Firavun‘dur karşımızdaki. Ve sanmayın ki onun elindeki değnek bizden korktuğunun emaresidir. Zira 21 yüzyıl insanlığının karşı karşıya bulunduğu bu en dehşetli tehdidin hippiler, komünistler ve çevreciler kadar farkında değiliz henüz. Onun korkusu, elimizdeki külçedendir!..
Binaenaleyh “eş-Şa’rânî‘den globalizme deva mı olur?” diyebileceklere, “Hakikat diye bir derdin var mı?” diye sorun…
Milli Gazete – 3 Haziran 2003