Çok miktardaki suyun, içine karışan (katılan) necaset tarafından rengi, tadı ve kokusu değişikliğe uğratılmadıkça temiz olduğu hususu, Fıkıh kitaplarımızda genellikle “Kitâbu’t-Tahâre” ünvanı verilen bölümlerde işlenmiş bir mevzudur. Günümüzde, gazlı içecekler vs.’nin içerdiği alkolün, bunların helallığı hükmüne bir halel getirmeyeceğini söyleyenlerin genellikle buradan hareket ettiği görülüyor.
Ancak içecek olarak kullanılan su ile abdest ve gusülde kullanılan su arasında bir ayrım yapmak en azından ihtiyata uygun davranış olarak benimsenmelidir diye düşünüyorum. Zira kaynaklarımızda gerek mezkûr bölümde, gerekse “Eşribe” bölümünde yer verilen delil ve hükümler bir arada değerlendirildiğinde işin rengi değişmektedir.
Burada örnek kabilinden birkaç noktayı dikkatlerinize sunuyorum:
Efendimiz (s.a.v)’in, durgun suya bevletmekten sakındırdığı malum. Oysa “çok su”ya az miktarda idrar karıştığı zaman onun ne rengini, ne tadını, ne de kokusunu değiştirir. İşaret ettiğim hadisin devamında Efendimiz (s.a.v) içine idrar karışmış sudan gusül abdesti almaktan men etmiştir.
Benzer şekilde uykudan kalkan kimsenin, elini, yıkamadan su kabına sokması Efendimiz (s.a.v) tarafından nehyedilmiştir. Oysa uyurken elimize, suyu kirletecek ölçüde necaset bulaşması normal bir hadise değildir. Buna rağmen Efendimiz (s.a.v)’in umumî bir sakındırmada bulunması dikkate değer bir noktadır.
Yine benzer bir şekilde Efendimiz (s.a.v), köpeğin yaladığı kabın üç veya yedi kere yıkanmasını emir buyurmuştur. (Farklı rivayetler vardır.) Böyle bir kap, içindeki su döküldükten ve temiz su ile bir kere çalkalandıktan sonra, yeni ve temiz bir su ile doldurulduğunda, bu ikinci suyun renk, tat ve koku bakımından köpeğin salyasından “maddî” eser taşımayacağı açıktır. Bu durumda kabın birkaç kere yıkanmasının anlamı ne olabilir?
Sahabe’den bazıları Ehl-i Kitap komşuları bulunduğunu, bunların, kaplarında domuz eti pişirdiklerini ve şarap bulundurduklarını söyleyerek bu kapların kendileri (Sahabe) tarafından kullanılmasının hükmünü sorduğunda Efendimiz (s.a.v), başka bir kap bulamadıkları zaman o kapları güzelce yıkadıktan sonra kullanabileceklerini söylemiştir. Ehl-i Kitab’ın –mesela– içine şarap koyarak içtiği bir bardağa su doldurulduğunda suyun rengi de, tadı da, kokusu da değişmez. Ancak buna rağmen burada “yıkama” emri verildiğini görüyoruz.
Ve nihayet Fıkıh kitaplarımızda, abdest alan kişinin azalarından akan suya “mâ-i müsta’mel” (kullanılmış su) dendiği ve bu suyun –”temizleyici” olmasa da– “temiz” olduğunun belirtildiği malumdur. Bu demektir ki, abdest azalarından akan su başka bir abdestte, gusülde vs. kullanılamaz; çünkü “temizleyici” değildir. Ancak o su, abdest alan kimsenin üzerine sıçradığı/aktığı zaman elbiseyi kirletmez; çünkü “temiz”dir.
Peki bu su “içecek” olarak kullanılabilir mi? “Temiz” olduğu için teorik olarak “evet.” Ama günümüzde diyelim ki bir misafirinize, abdest azalarınızdan aktığını bildiği suyu içecek olarak takdim edebilir misiniz? Yahut size birisi böyle bir suyu ikram etse içer misiniz?
Bütün bunların bizi götüreceği netice şudur: İçine necaset karışan sıvının meşrubat olarak kullanılması ile abdest ve gusülde kullanılması arasındaki farkı gözetmek gerekir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 5 Kasım 2006