et-Teftâzânî Ve Sahabe

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Şubat 2011

“Mu’âviye’yi sevmiyorum” diyen Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın, bu tavrını et-Teftâzânî ile desteklemek amacıyla ondan naklettiği bir pasaja 31 Ocak tarihli yazımda yer vermiştim. et-Teftâzânî’nin genel olarak Sahabe ve özel olarak da Hz. Mu’âviye hakkındaki görüşünü yine aynı yazıda özetle aktarmıştım.

Acaba et-Teftâzânî’nin konu hakkındaki tavrını hangi iktibas gerçek olarak yansıtıyor? “Zahiriyle onlara ta’n etmeyi gerektiren hususları da güzelce tevil etmek ve uygun anlamlara yormak gerekir…”, “Hz. Ali’ye muhalif olanlar, hak imama bir şüpheye -Hz. Osman’ın katillerine kısas uygulanmamasına- dayanarak başkaldırdıkları için bağidirler; (…) fasık, kâfir veya zalim değildirler. Çünkü bir tevilden hareket etmişlerdir. Eğer onların bu tevilleri batıl ise, onlar hakkında olsa olsa, ictihadda hata ettikleri söylenebilir. Bu ise -tekfir şöyle dursun- onların fasık olduklarını söylemeyi dahi gerektirmez” diyen et-Teftâzânî, hem de aynı bağlam içinde “Sahabe arasında geçen kavgalar ve tartışmalar açıkça gösteriyor ki, onların bir kısmı haktan sapmış, zulüm ve günah sınırına ulaşmıştır. Bunun da sebebi kin, inat, haset, direnme, servet ve iktidar talebi, dünyanın çekiciliğine (lezzet ve şehvete) meyildir” demiş olabilir mi? Eğer böyleyse burada açık bir tutarsızlık yok mudur?

Aslında burada “tutarsızlık” gibi görünen durum, hocanın, et-Teftâzânî’nin ifadesini tercüme ediş tarzı dolayısıyla ortaya çıkıyor. Şöyle ki:

et-Teftâzânî’nin, hocanın alıntı yaptığı yerdeki ifadeleri şöyle başlıyor: “Enne mâ vaka’a beyne’s-sahâbe mine’l-muhârebât ve’l-müşâcerât ale’l-vechi’l-mestûr fî kutubi’t-târîh ve’l-mezkûr alâ elsineti’s-sikât yedullu bizâhirihî alâ enne ba’dahum kad hâde an tarîki’l-hakk ve beleğa hadde’z-zulmi ve’l-fısk (…) İllâ enne’l-ulemâ li husni zannihim bi Ashâbi Resulillâh (s.a.v) zekerû lehâ mahâmîle ve te’vîlâtin bihâ telîku ve zehebû ilâ ennehum mahfûzûne ammâ yûcibu’t-tadlîl ve’t-tefsîk…”

Hocanın çevirisine bakılırsa yukarıda verdiğim ifadelerinde et-Teftâzânî şöyle diyor: “Sahabe arasında geçen kavgalar ve tartışmalar açıkça gösteriyor ki, onların bir kısmı haktan sapmış, zulüm ve günah sınırına ulaşmıştır.”

Oysa yukarıdaki ifadelerin birebir çevirisi şöyle olmalı: “Tarih kitaplarında kaydedildiği ve güvenilir raviler tarafından zikredildiği şekliyle Sahabe arasında vuku bulan muharebe ve çekişmeler zahiri anlamıyla, Sahabe’den bazılarının hak yolundan saptığını, zulüm ve fısk sınırına ulaştığını gösteriyor. (…) Şu kadar var ki ulema, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ashabına olan hüsn-i zanları sebebiyle bu olayları uygun şekillere haml ve tevil etmiş, Sahabe’nin tadlil ve tefsik gerektiren hususlardan mahfuz olduğu görüşünü benimsemiştir…”

Hoca, et-Teftâzânî’nin, “yedullu bi zâhirihî” sözünü, “açıkça gösteriyor” şeklinde çevirmiş. Oysa “zâhir”in delaleti her zaman “açık” olmaz. Hatta zahirin delaletinin uygun şekillerde tevil edilmesini gerekli kılan durumlar vardır. Kelamın zahiri her zaman kasd-ı mütekellimi vermez. Tafsilat gerektirdiği için bu noktayı belki başka bir yazıda ele alırız…

Burada dikkat çeken husus, et-Teftâzânî’nin bu ifadelerinin tabir yerindeyse “nötr” olup, kendi adına herhangi bir hüküm ifade etmiyor oluşudur. Burada o, tarih kitaplarının ve ravilerin aktardığı hususların zahiri haliyle birşey ifade ettiğini, ancak bunun ulema tarfından uygun bir şekilde tevil edildiğini söyleyerek bir durum tesbiti yapıyor. Kendisi herhangi bir şey söylemiyor.

et-Teftâzânî’nin konu hakkındaki tutumunu kendisine ait net ifadelerle yukarıda belirttiğim yazıda aktardığım için tekrarına lüzum görmüyorum. Dolayısıyla onun konu hakkındaki ifadeleri arasında herhangi bir çelişki ve tutarsızlık bulunduğunu söylemek doğru değildir. Onun tavrı bellidir: Sahabe’yi uygun olmayan ifadelerle anmak, aralarında geçen olaylar sebebiyle onların bir kısmının fasık, zalim… olduğunu söylemek doğru değildir.

Onun da diğer Ehl-i Sünnet ulemasının da Hz. Ali ile Hz. Mu’âviye’yi bir tutmadığı, aralarında geçen olaylarda Hz. Ali’nin haklı olduğu görüşünü benimsediklerini ise ayrıca belirtmeye gerek yok.

Milli Gazete – 7 Şubat 2011