Emr-i Ma’ruf Nehy-i Münker

Ebubekir Sifil2007, Gazete Yazıları, Kasım 2007

Mü’min, yeryüzünde Allah Teala’nın iradesini temsil eden kimsedir. Bu bakımdan onun, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker göreviyle muvazzaf kılınmış olmasını anlamak zor değildir. Ma’ruf Allah Teala’nın rızasının, münker ise gazabının bulunduğu şeydir. Kur’an, ma’rufun emredilmesini ve münkerin yasaklanmasını, dünyasını vahyin inşa ettiği insanların temel/kaçınılmaz görevi olarak tayin ve tesbit eder. Bu, peygamberlerden (hepsine selam olsun) başlayarak aşağıya doğru inen tabii/fıtrî tavırdır.

Söz gelimi Efendimiz (s.a.v)’den bahseden ayetlerden birinde şöyle buyurulur: “Onlar (Ehl-i Kitab’a mensup iken iman etmiş olanlar), yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Resul’e, o ümmî Peygamber’e uyan kimselerdir. O onlara ma’rufu emreder, münkeri yasaklar…” (7/el-Arâf, 157)

Bu, tabii olarak O’nun ümmetinin de temel görevidir: “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rufu emreder, münkeri yasaklar ve Allah’a inanırsınız.” (3/Âl-i İmrân, 110)

Burada Ümmet-i Muhammed’in temel vasfı olarak zikredildiğini gördüğümüz emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin “Allah’a iman” vasfına takdim edildiğine bilhassa dikkat edilmelidir. Allahu a’lem burada şöyle bir inceliğe dikkatimiz çekiliyor gibidir: Allah Teala’ya iman, birinci derecede kişinin kendi şahsıyla ilgilidir. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker ise bu Ümmet’in “insanlık için ortaya çıkarılmış olması” esprisinin en mükemmel şekilde kendisini gösterdiği alandır. Biz bütün insanlığa karşı böyle evrensel ve külli bir görev ile muvazzaf bulunuyoruz…

“Sizden kim bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbinden buğz etsin ki, bu imanın en zayıfıdır “[1]Müslim, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları rivayet etmiştir. buyuran Efendimiz (s.a.v), bir diğer rivayette de dikkatimizi son derece mühim bir noktaya çekmiştir: Ümmet-i Muhammed, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker görevini, önceki din mensuplarına arız olan hastalıkları yaşamaya başladığı zaman terk edecektir.[2]İbn Mâce rivayet etmiştir. Hz. Dâvud ve Hz. İsa (iksine de selam olsun) diliyle lanetlendiği Kur’an tarafından haber verilen İsrailoğulları grubunun özelliklerinden birisinin de münkeri yasaklamamak olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Yine Kur’an, bu babda ikinci bir ontolojik gerçeği daha önümüze koymuştur: Mü’minler ma’rufu emredip münkeri yasaklarken (9/et-Tevbe, 71), münafıklar da münkeri emredip ma’rufu yasaklarlar. (9/et-Tevbe, 67) Elbette hiçbir münafık “ben münafığım” demez ve İslam’a açıktan cephe almaz. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

Emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin kimler tarafından, ne şekilde yerine getirileceği, bu yazının çerçevesini aşan önemli ayrıntılara sahiptir. Elbette bu çerçevede herkesin, gücü, etkinliği ve konumu ile orantılı bir sorumluluğu vardır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu temel görevin “çoğulculuk”, “hoşgörü”, “herkesi kendi konumunda saygıya değer bulma” gibi yaldızlı sloganlara kurban edildiği vakıasıdır.

Ulemanın nelerin “büyük günahlar” kategorisine girdiği meselesi üzerinde dururken, emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin terk edilmesini de zikrettiğine bilhassa dikkat edilmelidir.[3]Bkz. İbn Kesîr, I, 645 (4/en-Nisâ, 29 ayetinin tefsirinde). Bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Zira bu görevin terki bu Ümmet’in en temel yükümlülüklerinden birinin terki demektir. İnsanları ilahî vahyin diriltici iklimine davet etmek gibi son derece önemli ve anlamlı bir görevi terk etmenin izahı olabilir mi?…

Milli Gazete – 5 Kasım 2007

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Müslim, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları rivayet etmiştir.
2 İbn Mâce rivayet etmiştir.
3 Bkz. İbn Kesîr, I, 645 (4/en-Nisâ, 29 ayetinin tefsirinde).