Eleştirmek ve Salata Yapmak-2

Ebubekir Sifil2007, Ağustos 2007, Gazete Yazıları

“Yeni içtihad” çağrısının gerekçesi nedir?

Bu sorunun birkaç cevabı var. Bunlar içinde en makul olanı, geçmişte rastlanmayan birtakım meselelerin bugün ortaya çıkmış olması. Organ nakli, klonlama ve büyük ölçüde teknolojik gelişmelere bağlı olarak zuhur eden emsali meseleler…

Bunların, mevcut Usul ve Kavaid sistemi içinde (mezhep içi “tahriç” faaliyeti ile) çözüme kavuşturulmasının mümkün olmadığı sağlam gerekçelerle ortaya konulmadığı sürece “yeni Usul” talebinin ciddi bir zemine oturduğunu ileri sürmek inandırıcı olmaktan uzak kalacaktır.

Eski ulemanın içtihadları bugüne hitap etmiyor; bugünün kendine özgü hususiyetleri var, dünya çok değişti… gibi formülasyonlarda her zaman “bilinç bulandırıcı” bir genelleme bulunduğunu gözden uzak tutmamalı. Zira bu genellemelerde, sadece yeni ortaya çıkmış meselelerin çözümünü değil, mevcut hakkında geçmişte verilmiş hükümlerin tağyirini de içeren bir “toptancılık” bulunduğu aşikâr. Bunun farklı bir bilinç ve algı durumundan kaynaklandığını gözden kaçırmak ise hayatî hatanın işlendiği nokta.

Meselemiz bağlamında somutlaştıracak olursak;

Müçtehid İmamlar içtihad ederken “Ümmet’in önünü açmak, çağın dışına düşmemek…” gibi gerekçelerle değil, müslümanca bir hayat için bizden istenenin ne olduğunu anlayıp anlatmak ve murad-ı ilahiyi yakalamak için içtihad ediyordu. Şimdi ise modern dünyanın dayatmaları karşısında ahkâmın gözden geçirilmesi gibi bir endişe ile hareket edildiği dikkat çekiyor.

Müçtehid İmamlar hiçbir zaman başkalarını kendi mezheplerine çağırmak gibi bir tavır içinde olmamışken günümüzde bunun tam aksi bir durum gözleniyor. Yeni içtihad çağrısı “Ümmet’in meselelerini çözme” davası üzerine ibtina ettiğine göre, bu, yeni içtihadlarla amel edilmesi talebini de bünyesinde barındırıyor kaçınılmaz olarak.

Ve belki en önemlisi de, yeni içtihad çağrılarının, Müslümanlar’ın genel olarak yaşadığı “yenilmişlik ve teslim olmuşluk” psikolojisinin sonucu olarak “mevcudu meşrulaştırma” potansiyeli taşıyor oluşu. Eskiler “hayatı Fıkh’a uydurma” endişesi ile hareket ediyordu; şimdikiler ise “Fıkh’ı hayata uydurma” gayesiyle yola çıkmış durumda. “Bunu nereden çıkarıyorsun?” diye sormaya niyetlenenlere, Fıkhın “beşerî yönü”den değil, “bütünüyle beşerîliği”nden bahseden bir anlayışla karşı kaşıya olduğumuzu hatırlatmak isterim.

Burada İslam (Kurucan’a göre bunun açılımı Kur’an ve bağlayıcı Sünnet’tir) ile Fıkıh arasında bulunduğu varsayılan ontolojik ayrımın, ilginç biçimde Modernistler tarafından ısrarla vurgulanan “İslam-Şeriat ayrımı”nı çağrıştırdığını hatırlamakta fayda var.

Ve son nokta: “Değişebilir hükümler”in oranı. Bediüzzaman merhuma sorarsanız bu oran yüzde 10’dur.[1]Lemeat, 322; Sünuhat, 2046. Hocaefendi’nin ilgili ifadelerinden bu oranın yüzde 20 olduğu kanaatini taşıdığını anlıyoruz.[2]Bkz. http://tr.fgulen.com/content/view/10579/3/ Kurucan ise Fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin “büyük çoğunluğu”nun içtihadî olduğunu söylüyor;[3]Bkz. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=540824 dolayısıyla Fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin “büyük çoğunluğu”nun değişebilirler kategorisini teşkil ettiğini belirtmiş oluyor. (Bu oranlamanın Yusuf el-Karadâvî’de yüzde 90’ların da üzerinde seyrettiğini biliyoruz.[4]Bkz. http://www.darulhikme.org/makale/tha08.htm)

Değişimin hızını hissedebiliyor musunuz?

 Milli Gazete – 6 Ağustos 2007