Kur’an’ın pek çok ayette Ehl-i Kitab’a “ilahî kitapları tahrif” suçlaması yönelttiğini biliyoruz. “Karşı taraftan” ve “kuşbakışı” bakıldığında bunun bir “itham”dan ibaret olduğunu söylemek yanlış değilmiş gibi görünse ve “karşı taraf” bunu her vesileyle dile getirse de, Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın Tevrat ve İncil metinleri üzerindeki tasarruflarını konu alan ilmî araştırmalar meselenin öyle basit bir şekilde kapatılamayacağını ortaya koymaktadır.
Hristiyanlar’ın kendi aralarındaki çelişkiler üzerinde nasıl olup da mutabakat sağladıklarına şaşıp durduğunu söyleyen İbn Hazm, aynı durumu Yahudiler’de de müşahede ettikten sonra Ehl-i Kitab’ın sergilediği tahrif faaliyetini, bir yaprağın ortadan ikiye ayrılması sonucu ortaya çıkan iki simetrik parçaya benzetir. (Bak. el-Fısal, I, 201)
İbn Hazm’ın da haklı olarak vurguladığı gibi Yahudiler bakımından tesbit edilmesi gereken başlıca noktalardan birisi, Samiriler’le diğer Yahudiler’in karşılıklı olarak birbirlerini, ellerindeki apokrif (sahte, uydurdma) ya da muharref (tahrif edilmiş) Tevrat’a inanmakla suçladıkları vakıasıdır.
Gerçekten de –daha önce de bu köşede zikrettiğim gibi– Samiriler’le diğer Yahudiler’in elindeki Tevratlar arasında 6.000’e yakın farklılık tesbit edilmiştir. (Bkz. Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, 103)
Baki Adam’ın, doğrudan Yahudi kaynaklarına inerek hazırladığı ve ülkemizde bu konu hakkında ilmî ölçüler içinde kaleme alınmış nadir çalışmalardan biri olan mezkûr kitapta –ki doktora tezi olarak hazırlanmıştır– aktardığına göre iki Tevrat arasında meşhur “On Emir” konusunda bile anlaşmazlık vardır ve buna bağlı olarak bu iki Yahudi kitle, kıblegâh olarak seçilmiş kutsal mekânın (!) neresi olduğu noktasında ihtilaf halindedir. Adam, bu ihtilafa değindikten sonra, bu iki kitle arasındaki diğer mühim anlaşmazlıkları kategoriler halinde ve maddeleştirerek vermiştir.
Tevrat metinlerindeki tutarsızlıklar ve tahrifat için İbn Hazm’ın adı geçen eserinde ve İbnu’l-Kayyım’ın Hidâyetu’l-Hayârâ‘sında da (468 vd.) bolca malumat bulunmaktadır.
Esasen bugünkü haliyle tesbit edilen Tevrat nüshasının tarihî geçmişi hakkında da aydınlığa kavuşturulması gereken noktalar bulunmaktadır. Yahudi kaynaklarına göre Hz. Süleyman’dan sonra Yahudiler ikiye ayrılmış ve biri kuzeyde kurulan İsrail, diğeri güneyde kurulan Yehuda devleti olmak üzere iki ayrı devlet ortaya çıkmıştır. Kuzeydeki İsrail krallığı Yeroboam döneminde putperestliğe geçmiş ve MÖ 722’de Asurlular tarafından Asur topraklarına sürülmüştür. Onların yerine Asur topraklarından getirilen kavimler yerleştirilmiş ve bunlar arasında Kuta şehrinden gelenler Yahudiliği kabul ederek Kut’im adını almışlardır ki, yukarıda mezkûr Samiriler bunlardır.
Kuzeydeki İsrail krallığının putperestliğe geçişinden kısa bir süre sonra güneydeki Yehuda krallığı da putperestliğe geçmiş, hatta zamanla yönetime gelen krallar, Musa dinini ortadan tamamen kaldırmak için Tevrat okunmasını yasaklamış ve pek çok Tevrat tahrip ve tahrif edilmiş, Mabed’deki Tevrat da mühürlenmiştir. Bütün bu faaliyetler neticesinde Hz. Süleyman’ın vefat tarihi olarak zikredilen MÖ 920’den, MÖ 640’a kadar Mabed’de saklanan ana Tevrat nüshası dahi gizli kalmış, bulunamamıştır.
Keza daha sonra (MÖ 587’de) güneydeki Yehuda krallığında yaşayan Yahudiler’in Nebukadnezzar tarafından Babil’e sürgüne gönderilmelerinden, metninin Ezra tarafından yeniden yazdırıldığı döneme (MÖ 538’den daha yakın bir zamana) kadar da elde mevcut standart bir Tevrat nüshasından söz etmek imkânsızdır.
Nisan 2002 – Milli Gazete