Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayın kataloğu hızla kabarıyor. Özellikle bu yeni dönemde neşredilen eserler sadece fizik özellik ve kalite olarak değil, muhteva olarak da farklılık arz ediyor.
Diyanet tarafından “İslam’a Giriş” üst başlığıyla neşredilen kitaplardan bahsetmek istiyorum. Temel Esaslar, Ana Konulara Farklı Yaklaşımlar, Gençliğin İslam Bilgisi ve Evrensel Mesajlar alt başlıklarını taşıyan 4 kitaptan oluşan bu seri; kaynaklar, itikad ve ibadet esasları, nazarî ve pratik meseleler, medeniyet ve kültür boyutu, Din’i bireysel ve toplumsal yansımaları… gibi pek çok kategorik meseleyi ele alıyor ki burada bunların tamamını ele alıp anlatmak ve tahlil etmek mümkün değil.
Yeni dönemde Diyanet’in yayınlarına akademik personelin katkıları damgasını vurmuş durumda. Bu, farklı yaklaşımların Diyanet’in resmî görüşü haline getirilerek kitlelere aktarılması anlamına geliyor. Bu seri yazıda ele alacağım hususlar buna sadece birer örnek oluşturuyor. Eserlerin müsbet yanlarını ayrıca söz konusu etme gereği duymuyorum. Zira Diyanet’in temel görevlerinden biri zaten kitleleri “sahih” bilgiyle buluşturmak. Dolayısıyla bu çerçevede görev yapanların, görevleri meyanında “doğru” yaptıkları hususlar için teşekkür beklemek gibi bir lüksleri yok. Ama biz yine de kendilerine toptan bir teşekkür gönderdikten sonra, “İslam’a Giriş” serisinde göze batan hususları maddeler halinde sıralayalım:
1. Serinin kitaplarından birisinin “Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar” alt başlığı taşıdığını söylemiştim. Bu başlık bile yeterince kışkırtıcı aslında. Diyanet, Din’in “ana konuları”nda “yeni” yaklaşımlara niçin gerek duyar?..
2. Bu kitapta Sünnet’in ele alındığı bölümün (67) yazarı, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’an’da olmayan hükümler koyduğunu isabetle belirtmiş, ancak bunun (en azından “bir kısmının”) vahiy kaynaklı olduğunu belirtmekten özenle kaçınmış. Bu kategoriye giren uygulamaların Efendimiz (s.a.v)’in ictihadları olduğu söylenirken de O’nun ictihadlarının vahiyle ilişkisinden bahsedilmemiş. “Hz. Peygamber’in Kur’an’dan bağımsız hüküm koyamayacağını ileri süren bazı bilginler varsa da bu görüş isabetli değildir. Çünkü evrensel bir din olan İslam’ın kıyamete kadar canlılığını sürdürmesi, gelişen ve değişen şartlara göre yeni hükümler verilmesiyle mümkündür. Dinin temel ilkelerini referans alacak bu tür hükümleri vermede fakihlere, müçtehitlere tanınan hakkın bu dinin peygamberine tanınmaması düşünülemez. Bu yüzden İslam tarihinde Hz. Peygamber ve arkadaşlarından başlayarak her dönemde İslam bilginlerince Kur’an’da olmayan ama özü itibarıyla ona ters düşmeyen çok sayıda hüküm verilmiştir.” (70)
Bu ifadeleri okuduğunuzda aklınızda kalan şu oluyor: Efendimiz (s.a.v) Kur’an’da bulunmayan hükümler vaz etmiş ve fakat bunu ictihad ederek yapmıştır. Üstelik bu ictihad mahiyet ve kaynaklık değeri bakımından herhangi bir fakihin içtihadından farklı değildir!
Aynı bölümün yazarının bir diğer tesbiti: “… Örneğin (Hz. Peygamber (s.a.v)’in, E.S.) inanç ve ibadet konularında yaptığı açıklamalar ve uygulamalar bağlayıcı, fakat tıp, ziraat, ticaret, sanat vb. konularda yaptığı birçok tasarruf bağlayıcı değildir.” (75-6).
Buradaki, ” tıp, ziraat, ticaret, sanat vb. konularda” ifadesi, muğlaklığı sebebiyle farklı anlaşılmaya müsait. Tıbb-ı Nebevî büyük ölçüde genel teşri sahasının dışında kaldığı için bu ifadeler bu sahayla ilgili olarak makul bir kanaat ifade ediyor olabilir; ancak diğer sahalardaki “teşri karakterli” Sünnet kaynaklı hükümleri ne yapacağız?
Öte yandan “bağlayıcı” sünnetler yazar tarafından “inanç ve ibadet” sahalarına inhisar ettirildiği için, yukarıdaki ifadeler “muamelat ve ukubat” sahasını bilinçli olarak ya hiç gündeme almamakta veya yukarıya aldığım cümlenin sonundaki “vb”nin içine sıkıştırmaktadır.
Bir tesbit daha: “Hicrî ilk iki asırda yaşanan siyasal, sosyal ve kültürel çalkantıların ve ihtilafların izlerini taşıyan birçok rivayetin meşhur hadis mecmualarında yer alıyor olması bunların Hz. Peygamber’e aidiyetinin garantisi olmamalıdır. Bu tür rivayetlerin Hz. Peygamber’in vefatı sonrasında otaya çıkan gelişmelerle bağlantılı olarak bir kısmı bilinçli olarak üretilmiş, bir kısmı da o olaylara şahit olan kimselerin değerlendirmeleri olduğu hâlde sonrakiler tarafından yanlışlıkla Hz. Peygamber’e atfedilmiş haberler olduğu unutulmamalıdır” (79)
Evet, yapılmak istenen, Sünnet hakkında detaylara girmeden, derli-toplu bilgi vermektir. Dolayısıyla burada hangi rivayetlerin kastedildiği tek tek gösterilemez. Bunu anlamak mümkün. Ama buradaki genellemeyi anlamak mümkün mü? “Hicrî ilk iki asırda yaşanan siyasal, sosyal ve kültürel çalkantıların ve ihtilafların izlerini taşıyan birçok rivayet” ve “meşhur hadis mecmuaları” yan yana konulduğunda ne kadar yanlış, haksız ve tehlikeli bir genelleme ile karşı karşıya olduğumuz rahatlıkla anlaşılacaktır. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayan okuyucunun, güvenilir Hadis kaynaklarında, belirtilen dönem ve alanlarla ilgili olarak gördüğü her rivayetten şüphe duymasını telkin/teşvik eden bu tesbit bu haliyle kim(ler)in işine yarayacaktır?..
Pazartesi günü devam edelim.
Milli Gazete – 28 Şubat 2009