Son iki-üç hafta içinde katıldığım birçok etkinlikte gündeme geliş biçiminden, diyalog meselesinde hâlâ aydınlığa kavuşturulması gereken hususlar bulunduğu anlaşılıyor.
Yine anlaşılıyor ki, “diyalog” kavramının (evet, artık bu kelime bir “kavram” haline gelmiştir) herkesçe müsellem bir tanımı bulunmadığı için dışarıda “Dinlerarası diyalog” yaşanırken, içeride “sağırlar diyalogu” devam edecek.
Diyalog faaliyetlerini yürütenlere bakılırsa hangi maksat ve niyet ile ve hangi ahval ve şeraitte olursa olsun bir Müslüman ile bir gayrimüslimin yan yana gelmesi “diyalog“dur. Meseleye böyle bakıldığı için Efendimiz (s.a.v)’in İslam‘a davet mektupları bile “diyalog” ifadesi sayılabiliyor! (Diyalog taraftarlarının ileri sürdüğü dinî deliller üzerinde daha önce durduğum için burada tekrar etmeyeceğim.) Oysa diyalog faaliyetleri esnasında tarafların “tebliğ” gibi “örtülü” bir maksat taşımasının doğru olmadığı sıklıkla dile getirilen hususlardandır…
Öte yandan Vatikan belgelerinde “diyalog” ile “misyon” arasındaki irtibatı vurgulayan ifadeler gösteriyor ki, Vatikan, –Anadolu tabiriyle– “yol bir maslahat iki” anlayışıyla hareket etmekte, hatta diyaloğu “misyon” için yapmaktadır. Söz konusu belgeler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki, II. Vatikan Konsili öncesine göre değişen, misyonerliğin “yöntemi“ olmuştur.
Dünyanın herhangi bir yerinde Müslümanlar ile başka din mensuplarının kimi problemlerin çözümünde birlikte hareket etmesi normal, hatta yerine göre “kaçınılmaz” olabilir. Hatta Haçlı seferleri esnasında birçok İslam şehrinin Müslüman, Yahudi ve Hristiyan sakinleri tarafından ortaklaşa savunulması gibi ilginç örnekler mevcuttur. Şu halde uyuşturucu, fuhuş, insan ticareti, çevresel tahribat… gibi, bütün insanlığın ortak problemleri karşısında iş ve güç birliği yapılmasında yadırganacak bir taraf olamaz.
Esasen bunun adı “Dinlerarası diyalog” değildir. Burada bütün insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehdit(ler) vardır; çözüm de, gidişattan rahatsız olan bütün kesimlerin (sadece üç dinin mensuplarının değil) bir araya gelerek birlikte mücadele etmesinde yatmaktadır.
“Yahudi ve Hristiyanlar’lya diyalog yapmayalım da kavga mı edelim?” diyenlere bu noktada şu temel gerçeği hatırlatmak gerekiyor: Dinlerarası diyalog bizim dışımızda geliştirilmiş global ve dinî/siyasî bir projedir. Yani falan yerdeki cami mensuplarıyla kilise mensuplarının eşcinselliğe karşı mücadelesinden bahsetmiyoruz. Bu öyle bir proje ki, sonunda size, “üç din arasında ortak noktalar, hısımlıklar, hatta itikat ittifakları” tesis ettiriyor!
İlk grupta zikrettiğim “işbirliği” türünden çalışmalarla Dinlerarası diyalog faaliyetlerini birbirinden ayıran temel farklılıklardan biri de şudur: İlkinde farklı dinler arasında itikad sahasına bile giren “müştereklikler arama” gayretkeşliği yoktur; burada sadece belli bir ortak tehdide karşı işbirliği gayesi ön plandadır. Diğeri ise farklı dinler arasında müştereklikler tesisi gibi garabetlere sahnelik etmektedir.
Denebilir ki, “Dinlerarası diyalog faaliyetlerinin amacı da yukarıda dile getirilen müşterek problemlere çözüm aramaktır.”
Dinlerarası diyalog faaliyetlerinin, niçin sonunda gelip “İbrahimî dinler” kavramı gibi birtakım müşterek zeminler arama noktasına dayandığının makul bir izahı olup olmadığı sorusu kadar bir başka soru da burada önem kazanıyor:
“İlke” zemininde ifade etmeye çalıştığım bu hususların ötesinde bugüne kadar Dinlerarası diyalog faaliyetleri sayesinde insanlığın ortak problemlerinden hangisine ne ölçüde çözüm üretilebilmiştir?
- Vatikan Konsili‘nin üzerinden yarım asra yakın zaman geçti ve bu süre zarfında dünyanın değişik yerlerinde yüzlerce Dinlerarası diyalog etkinliği yapıldı. Elde edilen nedir?
Belki bütün bunların ötesinde sorulması gereken soru şudur: Şu gün şu saat itibariyle dünyada Müslümanlar‘ın yaşadığı problemlerin çözüm adresi, başlatanların beklentileri bakımından hiçbir kapalı nokta barındırmayan Dinlerarası diyalog faaliyetleri midir? ABD/İsrail merkezli küresel proje ve politikaların birer din olarak Yahudilik ve Hristiyanlık’tan bağımsız olduğu söylenebilir mi? Ya da Dinlerarası diyalog faaliyetlerinin “samimi” Yahudi ve Hristiyan taraflarının, İslam dünyasına yönelik bu yıkım proje ve politikalarının “yanlış” olduğunu söyleyebileceğine gerçekten inanıyor musunuz?
Basit bir samimiyet testi…
Milli Gazete – 28 Mayıs 2005