Diyalog Argümanları-1

Ebubekir Sifil[dosya], 2004, Aralık 2004, Dinler Arası Diyalog, Gazete Yazıları

Dinlerarası diyalog hakkında bu köşede okuduğunuz son yazılara olumlu ve olumsuz anlamda epey tepki aldım. Olumlu tepkileri burada söz konusu etmeyeceğim. Dualarını esirgemeyen okuyuculardan Allah razı olsun.Eleştiri muhtevalı tepkilere gelince, cevap vermeye değer bulduklarımı internet üzerinden kısa da olsa cevaplamaya çalışıyorum.

O kardeşlerimin de duacısıyım. Onlar da dinî hassasiyetle hareket ediyor…İkinci tür mesajların ortak yanını, Fethullah Gülen hocaefendinin yapıp ettiklerini bir bütün olarak değerlendirmek gerektiği hususu teşkil ediyor. Bir noktayı hatırlatmam gerekiyor: Benim, Hocaefendi‘nin kişiliğiyle, dindarlığıyla, ilmiyle… ilgili herhangi bir meselem olamaz. Bugüne kadar bu noktalarda tek kelime etmiş değilim. Ama dinlerarası diyalog faaliyetlerinin, en az Hocaefendi veya bu faaliyetleri doğru bulan herhangi bir kimse kadar Müslüman bir birey olarak beni de ilgilendirdiği kesin.

Binaenaleyh ben de meseleyi, benim durduğum noktadan göründüğü şekliyle gündemime almak ve yanlış gördüğüm hususları dillendirmek durumundayım, hatta “zorunda”yım. Öyleyse bu mesele hakkında yazdıklarım, Hocaefendi‘nin ilmi, dindarlığı ve kişiliğiyle irtibatlandırılmamalıdır.Demem o ki, burada yanlış bir mantık yürütülüyor. “İlim sahibi ve dindar bir müslümanın her yaptığı doğru olmalıdır” şeklinde özetleyebileceğimiz bu mantığa göre bizzat Hocaefendi‘nin eleştiri konusu yaptığı Haricîler‘in veya benzeri başka hareketlerin “dokunulmaz” kabul edilmesi gerekir!

Zira şüphesiz onlar da ilmî birikim sahibi ve dindar kimselerdi…Konunun bu boyutunu daha fazla uzatmadan asıl maksada gelelim ve dinlerarası diyalog faaliyetlerinin meşruiyetini isbatlamak için ileri sürülen bazı delillere yakından bakalım:

1. Diyalog faaliyetlerine Kur’an‘dan zemin teşkili için “(Resulüm) de ki: “Ey Ehl-i Kitap! Sizinle aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah’tan başkasını mabud tanımayalım, O’na hiçbir şeyi ortak kılmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın…” mealindeki 3/Âl-i İmrân, 64. ayetinin sıkça kullanıldığı dikkat çekiyor.

İleride ele alacağım “mübâhale ayeti“nden hemen sonra yer alan bu ayetin diyalog faaliyetlerine delil yapılmasının tam bir “el çabukluğu” örneği olduğunu söylemek zorundayız. Zira ayetin ne mantuk ne de mefhumu, bugün müşahede ettiğimiz tarzda bir “diyalog”a geçit vermektedir. Önce ayetin “mefhum”undan başlayalım: Eğer “Allah‘tan başkasını mabud tanımamak, O’na hiçbir şeyi ortak kılmamak ve insanları ilah edinmemek” Müslümanlar ile Ehl-i Kitap tarafından herhangi bir farklılık arz etmeyecek tarzda kabul gören ortak bir kelime ise ayet niçin “hasılı tahsile” çağırsın? Bir başka şekilde söylersek; ayette dile getirilen bu üç temel nokta Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında aynı tarzda benimsenip bağlanılmış hususlar olsaydı, “gelin bu hususlar üzerinde birleşelim” demenin elbette hiçbir anlamı olmazdı.

Şu halde burada, Ehl-i Kitab‘a, çarpıttıkları, tahrifi ettikleri bir gerçek hatırlatılıyor olmalıdır ki, kitaplarının ve bütün ilahî dinlerin esasıdır. Nitekim –Allahu a’lem– 66. ayette dile getirilen husus da bu noktaya işaret ediyor olmalıdır ki, orada Ehl-i Kitab‘ın, “hakkında bilgi sahibi oldukları hususlarda tartıştığı” dile getirilmektedir. Yani ayetin ilk muhatapları olan Ehl-i Kitap, mezkûr üç nokta üzerinde yapılan tahrif faaliyetinin bilincindedir ve meselenin aslından haberdardır…

Ayetin mantukuna gelince, eğer dinler arasında bu ayetten hareketle bir diyalog faaliyeti başlatılacaksa, Müslümanlar‘ın, muhataplarına öncelikle ayette ifade buyurulan çağrıyı yapmaları gerekir. Yani diyalogun zeminini mezkûr üç temel nokta teşkil etmelidir. Burada dinlerarası diyalog faaliyetlerinin içini, “tanıma ve anlama” kelimeleriyle doldurmaya ve diyalogun başka bir anlamı bulunmadığını söylemeye çalışanlara da bir uyarı bulunduğunu söyleyebiliriz: Bu ayetten anladığımız odur ki, Müslümanlar‘la diğer din mensupları arasındaki ilişki, onları tanıma ve anlama gayesine matuf ve bundan ibaret bir “diyalog” değil, “tebliğ” zemininde yürütülmelidir.

Üstelik Yahudiler‘i ve Hristiyanlar‘ı tanımak ve anlamak için dinî metinlerimiz ve tarihsel tecrübemiz hangi noktalarda yetersiz kalmıştır ki, bugün böyle bir diyalog sürecine ihtiyaç duyulmaktadır? “Ehl-i Kitap hakkındaki ayetler günümüzde yeni bir bakış açısıyla ele alınmalıdır” diyenlerle Kur’an‘ın “tarihsel bir metin” olduğunu söyleyenler arasında nasıl bir fark vardır?Devam edecek.

Milli Gazete – 18 Aralık 2004