İnsana verilen her bir nimet, aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. İnsan bunlardan sorguya çekilecek, hesap verecektir. Mal-mülk, evlad-u ıyal, sağlık, gençlik… böyledir. Tıpkı bunun gibi, insana verilen organların her biri de bir emanettir ve insan o organları vasıtasıyla yapıp ettiklerinden de sorguya çekilecektir. Yüce Kitabımız’da şöyle buyurulur: “Biz ona (insana) iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi?” (90/el-Beled, 8-9)
İnsana verilen bu organlar, nerede ve nasıl kullanıldıklarına bağlı olarak sevap ve mükâfat vasıtası olabileceği gibi, günah ve azap vasıtası da olabilir. Bu, tamamen insanın kendi elindedir.
Yukarıda mealini verdiğim ayet-i kerimede üç organın zikredildiğini görüyoruz: “iki göz”, “dil” ve “iki dudak.” Burada “dil” ile birlikte “dudaklar”ın da zikredilmiş olmasının, insanın konuşma yeteneğine vurgu anlamı taşıdığını söyleyebiliriz. Biliyoruz ki “konuşma” dediğimiz fiilin gerçekleşmesi için sadece dilin varlığı yetmez; dudakların varlığı da zorunludur. Buradan “konuşma” yeteneğinin ne kadar önemli olduğu sonucuna varmak zor değil.
Ayet-i kerimenin işaret ettiği ikinci husus da şudur: Görme fiili pasif bir fiildir. İnsan sadece “görme” yeteneğini kullanarak başkasına zarar veremez. Harama bakmak günahtır, ama bu günah insanın sadece kendisine zarar verir. Konuşma fiili ise böyle değildir. İnsan diliyle yasak fiiller işlediğinde sadece kendisini günaha sokmakla kalmaz, aynı zamanda yalan söylemek iftira etmek, çirkin söz söylemek… gibi fiiller işlemek suretiyle başkalarına da zarar verir. Bu sebeple dilin muhafazası son derece büyük bir önem taşır.
Sahabe’den Mu’âz b. Cebel (r.a) anlatıyor: “Bir seferde Resul-i Ekrem (s.a.v) ile beraber yürüyordum. “Ya Resulallah! Bana, beni cennete sokacak ve cehennemi benden uzak tutacak bir amel söyleyin” dedim. Şöyle buyurdu: “Benden çok büyük bir şey istedin. (Bununla birlikte) istediğin şey, Allah’ın kolay kıldığı kimse için kolaydır: Allah’a kulluk eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın; namazı kılar, zekâtı verir, Ramazan orucunu tutar, Beytullah’ı haccedersin.” Sonra şöyle devam etti: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç (günahlara ve cehennem azabına karşı) bir kalkandır. Suyun ateşi söndürdüğü gibi sadaka da günahları söndürür/siler. Ve kişinin gecenin tenha vaktinde kıldığı namaz (da hayır kapılarındandır.)” Böyle buyurduktan sonra Resulullah (s.a.v), “(gece namazı kılmak için) vücutları (rahat) yataklarından uzaklaşır” diye başlayan (Secde, 16-17) ayetlerini okudu ve şöyle buyurdu: “Sana bütün işlerin başını, direğini ve zirve noktasını haber vereyim mi?” “Evet ya Resulallah” dedim; şunu söyledi: “İşin başı İslam (müslüman olmak) dır. Direği namazdır. Zirve noktası ise cihaddır.” Sonra, “Sana bütün bunların özünü haber vereyim mi?” diye sordu, “Evet ya Resulallah” dedim. Eliyle dilini tuttu ve “Bunu tut (dilini muhafaza et)” buyurdu. “Ey Allah’ın Resulü! Bizler konuştuklarımızdan da mı sorguya çekileceğiz?” diye sordum; “Annen seni kaybetsin ey Mu’âz! İnsanları cehenneme yüz üstü (veya burun üstü) yıkan, dillerinin hasadından başka bir şey midir?!” buyurdu. (et-Tirmizî)
Ulemamız, insanın organlarının maruz kaldığı manevi hastalıkları detaylı olarak zikretmiş, bu meyanda “dilin afetleri” olarak da yirmi civarında manevi hastalık saymıştır. Yalan, gıybet, dedikodu, iftira, kötü/kaba/çirkin söz, aslı olmayan abartılı övgü ve yergi… bu cümleden olarak ilk akla gelenlerdir.
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İki dudağı ve iki bacağı arasında bulunan organları(yla günah işlemeyeceği) konusunda kim bana garanti verirse, ben de ona cenneti garanti ederim.” (el-Buhârî)
Milli Gazete – 28 Ağustos 2010