Müslümanların hayatı “cemaat” şuuru içinde yaşamasından daha tabii ve gerekli bir şey olamaz. Bu, aidiyetlerimizin tabii sonucudur. Allah Teala müslümanları “kardeş” ilan etmiş, Efendimiz (s.a.v) de bize “Ümmet” olarak yaşamanın şartlarını ve imkânlarını göstermiştir.
Ehl-i Sünnet olmanın en tabii tezahürlerinden birisidir “cemaat” şuurunu yaşamak ve yaşatmak. “Ehl-i Sünnet” terkibinin hemen arkasından dile getirdiğimiz “ve’l-Cemaat” terkibi de bunu ifade eder.
Ümmet olarak bir arada yaşamak, “tekdüzeleşmek” değildir. Herkesin aynı şekilde davranması, herkesin aynı seciyeye sahip olması Ümmet olmanın “gereği” değildir. Tabii olan, herkesin kendi özelliklerini, huy ve tabiatını muhafaza ederek, bunları Ümmet şuuru içinde eritmesidir. Herkes bu “cadde-i kübra”da “kendisi” olarak var olacaktır. Ortak paydaları, ana istikameti ve temel görevleri ihmal etmeden “kendisi” olmak esastır.
Modern zamanlarda şuurumuza arız olan hastalıklardan birisi de “cemaatli” olmayı “cemaatçilik” şeklinde anlamak olarak tezahür ediyor. Cemaatçilik, Ümmet şuuruna vurulmuş en büyük darbelerden birisi olarak bizi bizden koparıyor, aramıza ihtilaf tohumları ekiyor, hatta farklı cemaat mensuplarının birbirlerine “rakip”, hatta “düşman” olarak bakmasına yol açıyor. “Büyük cemaat” (Ümmet) şuurunu kaybedip, onun yerine “küçük cemaat” anlayışını yerleştirmenin kaçınılmaz sonucudur bu.
Kendi küçük cemaatinin öngörülerini, hedeflerini, hareket metodunu, kabul ve reddlerini herşeyin önüne geçiren bu anlayış sebebiyle Ümmet fertleri kimi zaman da farklı odakların dümen suyunda yalpalamaktan kurtulamıyor. Kendi öngörü ve düşünceleriyle paralel hareket eden söz konusu odakları, kendi kardeşlerine tercih eden müslüman cemaatler görmek bu bakımdan hiç birimize şaşırtıcı gelmiyor.
Söz buraya kadar gelmişken, Rıhle dergisi olarak yaşadığımız bir gelişmeyi paylaşayım sizinle.
Ülkemizde bir büyük cemaatin, pek çok alanda olduğu gibi yayın dağıtım alanında da etkin bir organizasyonu var. Bu organizasyon başlangıçta Rıhle’yi dağıtmayı kabul etmiş ve bir-iki sayıyı dağıtmıştı. Ancak sıra dördüncü sayının dağıtımına geldiğinde, “artık Rıhle’yi dağıtmayacağız” tavrıyla karşılaştı arkadaşlarımız.
Sebebi sorulduğunda da Rıhle’de Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinin tartışma konusu yapıldığı söylendi. Oysa bizim çizgimizi, dilimizi, duruşumuzu bilenler biliyor; biz hiçbir zaman eleştirdiğimiz meselelerde haddi aşmamayı, eleştiriyi “çamur atma” boyutuna taşımamayı ve herşeyden önemlisi de eleştiriyi “ihkak-ı hakk” için yapmaya gayret göstermeyi ilke edinmişizdir.
Eleştirdiğimiz insanların kişiliklerini, özel hayatlarını… araştırıp deşifre etmek, çamur atmak vb. “kul hakkı” kapsamına giren hususlarla uğraşmayı ahlakî olmayan bir tutum olarak kabul ve deklare etmiş bulunuyoruz.
Söz konusu organizasyon, farklı tekellerin (mesela Doğan grubunun) dergilerini dağıtmayı ilkelerine aykırı bulmuyor, ama Rıhle’yi, sırf Diyalog meselesinde farklı bir çizgiyi benimsediği için dağıtmayı reddetmekte bir sakınca görmüyor.
İşte bu, “cemaatçilik” anlayışının tecelli tarzlarından birisidir. Madem ki bizim gibi düşünmüyorsun, o zaman bizim rezervlerimizi sineye çekeceksin.
Bu tavrı başından beri “anormal” bulmadığımızı belirteyim. Bizi asıl üzen, Hristiyanlar’la, başka din ve inanç mensuplarıyla diyalog faaliyetleri tertip eden, onlarla bir arada bulunup onların “temel” farklılıklarını tahammül ile, hatta “tahammül” ne kelime, “hoşgörü” ile karşılayanların, müslüman kardeşlerinin bir konudaki farklılığına tahammül edememeleridir!
Cemaatli olmak ile cemaatçi olmak arasındaki fark…
Milli Gazete – 13 Nisan 2009