Batı: “İslam”dan “Müslümanlar”a

Ebubekir Sifil2009, Ağustos 2009, Gazete Yazıları

Yahudi-Hristiyan köklerden beslenerek gelen Batı dünyasının İslam ve Müslümanlarla fikrî düzeydeki ilişkilerini 3 safhada değerlendirmek mümkün görünüyor.

1. Müslümanlarla çatışma, münazara, münakaşa üzerine kurulu bir iletişim süreci. Batı’nın uzun ortaçağları boyunca bu süreç devam etmiştir.

2. Yeni keşf edilen ilmî metot ve imkânlarla İslam’ı kendi kaynaklarından öğrenme, bu suretle müslümanları epistemolojik zeminde “çözümleme” aşaması. Bu aşamada başat rol Oryantalist faaliyetlerindir.

3. Müslümanlar üzerinde yürütülen faaliyetlerin kültürel, antropolojik, sosyolojik zemine kaydırıldığı son dönem.

Burada bir not kabilinden belirtilmesi gereken iki husus daha var: Bu dönemler boyunca fiilî çatışma da, misyonerlik faaliyetleri de kesintisiz devam etmiştir.

Belirttiğim dönemlerden sonuncusunu ilk ikisinden ayıran en önemli hususiyet ilk iki dönemde Batı’nın faaliyetleri müslümanların “kaynaklarına” yönelik olmasıdır. Elbette Kur’an ve Sünnet bunların başında geliyordu. Müslümanların, epistemolojik zeminde uğratılacağı zaafın, ontolojik zemine doğrudan etki edeceğinin tabii ki farkında olarak yürüttüler bu çalışmaları.

Geldiğimiz noktada bu çalışmaların “arzu edilen boyutta” semere verdiğini söylemek mümkün görünmüyor. Zira bir yandan devam eden fiilî çatışma süreçleri, bir yandan da İslam Ümmeti’nin ortak hafızası ve tarih algısı, her şeyin unutup “beyaz” bir sayfa açmanın çok da mümkün olmadığını ihtar ediyor.

“Üçüncü aşama” olarak gördüğüm bu süreçte Batı’nın, “İslam”la “Müslümanlık”ı birbirinden özenle ayırmaya yöneldiği dikkat çekiyor. Her bir müslüman toplumun., grubun, cemaatin İslam algısının diğerlerinden temelli farzlılıklar arz ettiği tesbitine dayanan bu süreç, elbette bilimsel çalışma ve gözlemlere dayalı verilerle destekleniyor ve yürütülüyor.

İslam’ın sabitelerine ve Selef’ten halefe tevarüs edilen kabul ve reddlere dayalı, tabir yerindeyse “Kitabî İslam”ın yerine yerel ve kültürel unsurların baskın olduğu “kültürel İslam” denen şeyi ikame etmek; birden fazla İslam algısı bulunduğu gözleminin, birden fazla İslam bulunduğu sonucuna götüreceği tezini temel almak bu sürecin başat özelliğini oluşturuyor.

Müslümanların küresel iddia, tesbit, teklif ve taleplerinden vaz geçmesi karşılığında, hakim Batı’nın kontrol ve denetiminde hareket etmeyi kabullenmesi karşılığında kendilerine küresel ölçekte etkileri bulunabilecek roller sakınca görmüyorlar.

İngiltere’de müslümanların kendi aralarındaki problemleri çözmek üzere kurulan “Şeriat Mahkemeleri” bu sürecin somut göstergelerinden birini oluşturuyor. Haberlere göre bu mahkemelere, hızlı ve adil karar vermedeki performansları sebebiyle gayrimüslim İngilizler de başvurmaya başlamış. Bu sebeple İngiltere’deki “Şeriat Mahkemeleri”nin sayıları yakın bir gelecekte birkaç katına çıkarılacakmış.

Bir diğer ilginç gösterge, University of Western Sydney bünyesinde, birçok kitabı dilimize de çevrilmiş bulunan Bryan S. Turner direktörlüğünde Center for The Study of Contemporary Muslim Societies (Çağdaş Müslüman Toplumları Araştırma Merkezi) ünvanlı bir kuruluşun çalışmalarına start verilmesi.

Şurası şüphe götürmez bir hakikat: Müslümanlar Batı ile bu yoğunlukta içli-dışlı olmaya, Batı’da yaşamayı seçer müslümanların sayısı her geçen gün katlanarak büyümeye devam ettikçe, bu tarz kurum, oluşum ve süreçlere daha sık rastlayacağız.

Mesele sadece Batılıların İslam’a ve Müslümanlara bakışı değil elbette. En az bunun kadar önemlisi, Müslümanların kendi içlerinde yaşamakta oldukları arayış ve geçirmekte oldukları değişim…

Bu çerçevede adı her geçen gün biraz daha yoğun olarak duyulan Tarık Ramazan’ın teklif ve yaklaşımlarının gittikçe öne çıktığını görüyoruz. Batı’da doğup büyümüş bir müslüman entelektüel ve akademisyen olarak bu coğrafyadaki müslümanların problemlerini “içeriden” gözlemleme şansına sahip bulunan Ramazan, Batılıların konuştuğu birçok dili akıcı bir şekilde konuşmasının da etkisiyle özellikle Batı’da yaşayan müslüman nüfus üzerinde derin etkiler uyandırıyor. “Radikal Reform” adlı yeni eserinin yayınlanmasının ardından “qantara.de” sitesine konuşan Tarık Ramazan, Batı ve Doğu’da, toplumlarımızda var olan somut sorunları aşabilmek için yeni bir teolojik usule ihtiyaç olduğunu vurgulamış. Bu, müslümanların, akidelerini yeniden tanzim etmelerini istemenin “entelektüelcesi”.

Bir yandan İslam’da başından beri din-devlet ayrımı bulunduğunu, dolayısıyla şeriat ile seküler sistemler arasında bir zıtlık bulunmadığını söylerken diğer yandan Batılılar’ın müslümanlara dinî tutum ve anlayış empoze etmesini eleştiren Ramazan, yukarıda sözünü ettiğim “üçüncü aşama”da niçin artık büyük oryantalistler yetişmediği sorusunun da bir anlamda cevabını oluşturuyor.

Milli Gazete – 9 Ağustos 2009