Akıl ve Din Eksikliği

Ebubekir Sifil2002, Akaid, Gazete Yazıları, Haziran 2002, Konularına Göre, Modernizm

Bir önceki yazıda Efendimiz (s.a.v)’in kadınlar hakkında “akıl ve din eksikliği” tabirini kullanmaktan kastının ne olduğunu  kısaca izah etmiş ve bu durumun ontolojik ve genel bir hükmü değil, Efendimiz (s.a.v)’in, bizzat kendi tabirinin açıklamasını yansıttığını ifade etmeye çalışmıştım.

Esasen söz konusu hadis siyak-sibak bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. Zira hadisin başında Efendimiz (s.a.v) kadınları sadaka vermeye ve çokça istiğfar etmeye teşvik buyurmaktadır. Burada Efendimiz (s.a.v)’in esas maksadının, kadınların ontolojik durumlarıyla ilgili bilgi vermek değil, onların cehennem ehlinin çoğunluğunu teşkil etmeleri dolayısıyla daha bir hassa davranmaya yöneltmek olduğu kolayca anlaşılmaktadır. (Hadise itiraz edenler bu noktada “niçin erkekler değil de kadınlar cehennem ehlinin çoğunluğunu teşkil etsin?” diyebilir. Ancak başka hadislerde cehennem ehlinin çoğunluğunun kadınlar ve zenginler olduğunun belirtildiğini, bir de burada söz konusu olanın “Müslüman kadınlar” değil, “kadınlar” olduğu hatırlanmalıdır.)

Hadisin, kadının mutlak bir şekilde akıl ve din eksikliğiyle “malul” olduğunu anlatmadığının en açık delillerinden birisi, münhasıran kadınların muttali olduğu –doğum, bekâret… gibi– hususlarda tek başına kadınların şahitliğinin geçerli olduğu vakıasıdır.

Keza bu hadisin “erkek egemen” kültürün yansıması olduğu ve İslam toplumunda kadının ikinci sınıf, aklı kıt, hafızası zayıf… kabul edilip hayatın dışına itilmesine yol açtığı iddiaları da vakıa tarafından tekzip edilmektedir. İslam toplumunda kadın, hemen bütün İslamî ilimlerde –Sahabe döneminden itibaren– erkekle birlikte var olmuştur. Hatta Müslüman kadının ilmî güveniliriği  dolayısıyla Cerh-Ta’dil kitaplarında, hadis ravileri arasında cerh edilmiş (güvenilmez bulunmuş) herhangi bir kadın ravinin bilinmediği hususu genel-geçer bir hüküm olarak zikredilmiştir.

Memlüklüler döneminde yatişen alim kadınları hakkında master ve doktora tazi hazırlamış olan Salih Yusuf Ma’tûk, sadece h. 8. asırda Hadis ilimleri sahasında isim yapmış 232 ve büyük muhaddis olarak anılan 15 kadın tesbit etmiştir. Hadis ilimleri ile iştigat etmiş olmakla birlikte, rivayeti ve eseri bulunmayan 53 kadın bu rakama dahil değildir. (Bkz. Salih Yusuf Ma’tûk, Cuhûdu’l-Mer’e fî Rivâyeti’l-Hadîs –el-Karnu’s-Sâmin el-Hicrî–) Yine sadece bu dönemde muhtelif alanlarındaki faaliyetleriyle tarihe geçmiş bulunan kadınlardan sadece İbn Hacer’in ed-Düreru’l-Kâmine’de ismini zikrettiği kadınların adedi 190’dır. Ma’tûk, döneme ilişkin diğer kaynaklardan, İbn Hacer tarafından zikredilenlere 170 isim daha eklemiştir.

Sadece h. 8. asra ait bu örnekler bile “erkek egemen gelenek” söyleminin ne kadar havada kaldığını göstermeye fazlasıyla yeterlidir.

Yine bu konuda Kehhâle’nin A’lâmu’n-Nisâ’sının da alanında önemli çalışmalardan olduğunu belirtelim.

Son bir not: Birkaç yazıdır üzerinde durduğum hadisin senedinde yer alan “İbn Ebî Meryem”in Nuh b. Ebî Meryem olduğu, bu zatın da Hadis imamları tarafından cerh edildiği söylenerek hadisin güvenilmez olduğu iddia ediliyor. Oysa bu zatın adı Nuh b. Ebî Meryem değil Sa’îd b. Ebî Meryem’dir ve bu ikisi farklı iki kişidir. Sa’îd b. Ebî Meryem, hem el-Buhârî, hem de Müslim tarafından hadisleri alınmış birisidir.

Haziran 2002 – Milli Gazete