“Adem-i Cevaz” ve “Hak İhlali”

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Temmuz 2003

Şimdi milletvekili olarak Meclis’te CHP sıralarında oturmakta olan sabık İstanbul İlahiyat Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk‘ün Anadilde İbadet (Çiğnenen Bir Kitlesel Hakkın Savunulması) isimli kitabı hakkında epeydir bir şeyler yazmayı tasarlıyordum; kısmet bugüneymiş…

Kitabın bana en ilgi çekici gelen yönü, “anadilde ibadet“i bir “kitlesel hak” olarak ele alması ve o bildik “Arapçılık”, “klikçilik“… edebiyatıyla meseleyi “ideolojik” zemine çekmesi.

Bugüne kadar “iki ucu keskin” kılıcını dilediği gibi sallayarak istediği her şeyi, kendisine “sonuna kadar” açılan her türlü platformda “ultra özgür” bir şekilde dile getirme konusunda hiçbir sıkıntı yaşamamış olan Öztürk‘ün, “anadilde ibadet” konusuna yaklaşımını bir “hak arama mücadelesi” kılıfına bürümesi bence son derece önemli. İmam Ebû Hanîfe‘nin veya bir başkasının bu işe cevaz vermiş olması ise burada sadece bu yaklaşıma “zemin” teşkil etmesi dolayısıyla öne çıkartılıyor.

Zira İmam Ebû Hanîfe‘den veya bir başkasından bu konuda “cevaz” nakledilmemiş olsa ne gam! O zaman –bu gibi durumlarda hep yaptığı gibi– “geleneksel din anlayışı” söylemini devreye sokar ve yine söyleyeceğini söylerdi. Aksine hüküm bildiren hadis mi var; “uydurma” damgası ne güne duruyor?! Doğrudan Kur’an‘a gider ve meselemizi oradan hallederiz! Kur’an‘da aksini bildiren bir ayet mi mevcut, hemen “klasik tefsir anlayışı” söylemi servise sunulur!

Karar baştan verilmiştir: “Anadilde ibadet” bir “hak“tır ve engellenemez! İşte meselenin can alıcı noktası burası. Bizzat kendisinin “içtihada kapalı” olduğunu söylediği “ibadetler” alanına eğer “insan hakkı, kitlesel hak” kavramıyla girerseniz, akan sular duracaktır. Benim “bilinç kayması” demeyi tercih ettiğim duruma çarpıcı bir örnek. Kur’an ve Sünnet‘in “cevaz” verdiği öyle hususlar olur ki, bugün bunların uygulamasını “hak ihlali” olarak görüp tedavülden kaldırmayı düşünebilir, ya da “cevaz” vermediği kimi hususları da “hak” olarak görüp bu “hak ihlali“ne itiraz edebilirsiniz.

Birbirine tamamen yabancı iki tasavvur ve algı yapısının kavramlarını bu şekilde kullanmak doğruysa eğer, yine “kitlesel bir hak” olarak değerlendirilme durumunda bulunan “başörtüsü” meselesinin Öztürk‘ün gündeminde niçin yer almaya değer bulunmadığını sormanın tam sırası değil mi?

Üstelik “anadilde ibadet hakkı“nın kullanılmasını kim, nasıl engelleyebilir? Cemaatle kılınan namazlarda Arapça kıraat edilmesini bizzat kendisi de tasvip buyurduğuna göre, geriye kişinin ferdî olarak kıldığı namazlardaki kıraati kalıyor ve hiç kimsenin bunu denetlemek gibi bir imkân ve yetkisi bahis mevzuu değil. Ama “başörtüsü hakkı” açık ve genel bir “yasak“la engelleniyor ve yasağa uymayanlar somut müeyyidelerin muhatabı oluyor.

Anadilde İbadet‘le ilgili dile getirilmesi gereken hususlar bunlardan ibaret değil şüphesiz. Zaman buldukça bu konuya dönmenin faydadan hali olmadığını düşünüyorum. Hele bir “Nuh b. Ebî Meryem” konusu var ki mutlaka özel olarak üzerinde durulması lazım…

Milli Gazete – 5 Temmuz 2003