Suriye olayları İran’ın bölgeye ve İslam Dünyası’na yönelik siyaseti için turnusol kâğıdı oldu adeta. Biz İran’ın itikadî/mezhebi yayılmacılık politikası izlediğini, hatta mezhepçiliğin İran’ın dış politikasının temelini teşkil ettiğini söyledikçe aramızdan birileri bizi mezhepçilikle, dar görüşlülükle, emperyalizmin ekmeğine yağ sürmekle ithama devam etti.
Oysa herşey o kadar açık ki!…
Timetürk muhabiri Mustafa Öztürk, Lübnan’daki Hizbullah örgütünün ilk genel sekreteri Subhi et-Tufeylî ile bir mülakat yapmış.[1]http://www.timeturk.com/tr/2012/04/18/seyh-subhi-et-tufeyli-iran-dis-siyaseti-islam-siyasetini-yansitmiyor.html et-Tufeyli, gerek İran’ın gerekse Hizbullah’ın şimdiki yönetiminin politikaları hakkında son derece önemli açıklamalarda bulunmuş. Aşağıdaki satırlar o mülakattan seçtiğim kesitlerden oluşuyor:
“(…) Suriye Rejiminin yönetimi kendi isteğiyle bırakacağını düşünmüyoruz. Şüphesiz tüm gücüyle yönetimde kalmanın mücadelesini verecektir. Suriye rejimi, Alevi mezhebine mensup kitlelere; ben sizi korumak için varım, sizde beni koruyun ki sizi korumayı sürdürebileyim demektedir. Gerçekte koruduğu tek şey sistemleştirdiği güç dağılımıdır. Herhangi bir mezhebi önemsememektedir.
“(…) İran yönetimi ve bölgedeki Hizbullah gibi, Emel hareketi gibi siyasi müttefikleri, Suriye halk devrimi sürecinde Şam yönetiminin yanında duran bir siyasi tavır sergiliyor. Çünkü Suriye yönetimi Sünni bir yönetim değildir. Dolayısıyla tabir yerindeyse mezhepsel bakış açısıyla dost addedilen bir yönetimdir. Ne yazık ki olayı Şii-Sünni çatışması dâhilinde değerlendirmek durumundayız. Her akıllı insan, Allah rızasını gözeten, ümmetin maslahatını hedefleyen her aklı selim, bu tutumu insafsız bir tutum olarak değerlendirecektir. Baskıcı totaliter bir rejimi desteklemek akıl karı değildir. Suriye yönetimi ümmetin geride kalmasının başlıca müsebbiplerindendir. Tüm sosyal hastalıkların da birinci derece sorumlusu bu yönetimdir. Tüm dünyada olduğu gibi Lübnan’da da Suriye devrimini destekleyen geniş bir kitle var. Ama son dönemlerde bu konu hakkında basına sadece Hizbullah’ın tutumu yansımaktadır.
“(…) Hizbullah İran’ın dış politikasına paralel hareket etme durumundadır. İran dış siyaset politikasında Suriye Rejimini desteklemenin kendi yararına olduğunu düşünmektedir. Hali hazırdaki Suriye yönetimi İran’ın bölgedeki müttefikidir. Bu yönetimin düşme durumunda yerine geçecek yönetimde Sünni yöneticilerin de olacağı kesin gibidir. İran’ın dış siyasette Sünni liderlerle yaşadığı sorunlar hepinizin malumudur. Olayın özü kanaatimizce budur. Bu durumda İran ve bölgedeki müttefikleri Hizbullah ve Emel hareketi, onurlu diyemeyeceğimiz bir Maslahat örgüsü etrafında Suriye rejiminin tarafını tuttuğunu gözlemliyoruz. Bizler sesimiz çok fazla duyulmuyor olsa bile, kesinlikle Suriye yönetiminin karşısındayız.
“(…) İran bölgede İsrail karşıtı örgütleri desteklerken bazen bu örgütlerin iç meselelerine fazlasıyla müdahaleci davranmaktadır. Bu nedenlerden ötürü Hizbullah içinde aktif rol aldığımız dönemlerde aramızda ciddi ihtilaflar doğmaktaydı. Örnek vermemiz gerekirse İran bizden İsrail karşıtı bazı askeri operasyonları gerçekleştirmemizi istiyordu. Bu operasyonların amacı İran’ın dış politikasıyla ilgiliydi. İran Lübnan’da, tamamen kendisine bağımlı, adeta siyasi bir dükkan açmayı düşünüyordu. Hizbullah ve Emel hareketi arasında yaşanan çatışmaların sorumlusu da İran yönetimidir. (…)
“(…) Buna benzer nedenlerden ötürü İran yönetimiyle aramız açılmış oldu. Sonuç olarak İran devleti Hizbullah’ın yönetimine, İran devletinin politikalarına hiçbir konuda aykırı düşmeyecek yöneticileri getirmeyi başarmıştır. Bu şekilde Hizbullah İran’ın siyasi dehlizlerinde gezinir olmuştur. Bize göre İran dış siyaseti, Farisi öğelerin ağırlık taşıdığı bir siyaset olup İslam siyasetini yansıtmamaktadır. İran, İran’la ilgilidir. İran dışındaki Şiilerin dahi maslahatlarına özen göstermemektedir. Bir örnek vermemiz gerekirse, doksanlı yıllarda Sovyetler dağıldıktan sonra Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ sorunu yaşandı, bildiğiniz üzere orada yoğun bir Azeri Şii nüfus var, İran tarihte o bölgenin kendilerine ait olduğu, Ruslar tarafından ele geçirildiği tezini işlemekteydi. Karabağ meselesinde Azerbaycan’ın tarafını tutmasını beklerken Ermenistan tarafını tuttuğunu gördük, o dönem İran dışişleri bakanına ne yapıyorsunuz diye sordum, dışişleri bakanı bana bazı siyasi meselelerden, birtakım dengelerden bahis açtı. Meseleye yeni kurulmuş bağımsız ülkeler üzerinde kuracakları etki üzerinden, Türkiye ile bölgedeki çekişmelerinden bahsetti. Bir İslam devleti olarak ne Kur’an’dan ne de ümmetin maslahatından söz etmiyordu. Benim için o olay çok önemliydi, düşündüm ki kendi toprağı olarak gördüğü bir bölgede kendi halkına karşı böylesi bir tutum sergiliyorsa, kendi halkını eğer siyasi dengeler için satıyorsa, Lübnan’daki kendi halkından olmayan insanlara karşı nasıl bir tutum sergilemesini bekleyebiliriz. (…)
“(…) Günümüzde İran desteğiyle ayakta duran Hizbullah 2005 yılından itibaren Lübnan’daki iç siyasetin içine fazlasıyla gömülmüş, Şii Sünni tartışmalarına girerek Kudüs’ün özgürlüğü hayalinden fazlasıyla uzaklaşmıştır…”
Vicdan sahibi bir sesin yankıları bunlar. Mülakatın baştan sona okunmasıyla İran’ın ve Hizbullah’ın bölgede izlemekte olduğu politikanın gerçek yüzü hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlaşılacaktır. Ayetullah Fadlullah da yaşasaydı benzer şeyleri muhtemelen ondan da duyacak, okuyacaktık… İbret, ibret almayı bilenler içindir…
Milli Gazete – 19 Nisan 2012
Kaynakça/Dipnot
↑1 | http://www.timeturk.com/tr/2012/04/18/seyh-subhi-et-tufeyli-iran-dis-siyaseti-islam-siyasetini-yansitmiyor.html |
---|