Adına “Arap Baharı” denen süreçte yaşanan, sadece sosyal-siyasal hareketlilik değil hiç şüphesiz. Hatta onlardan önce ve öte yaşanan bir “zihnî dönüşüm” bu sürece esas ivmesini veren unsur.
Sürecin başından beri bu dönüşümün kendisini “özgürlük” vurgulu söylemlerle dışa vuruyor olmasını, üzerinde durulması gereken esas mesele olarak görmeye/göstermeye çalıştım. Bu, içini bizim doldurmadığımız; muhtevasının ve o muhtevadan hareketle vücut bulması beklenen pratiğin, kaynağın iradesi istikametinde oluşmasını sağlayan bir kavram. Dolayısıyla nerede, kim tarafından ve ne maksatla kullanılırsa kullanılsın, kaynağından elde ettiği format ve muhtevayı koruması eşyanın tabiatındandır.
Nitekim bugün Mısır’da olanlar tam da bu tesbitin tescili mahiyetinde. Cumhurbaşkanı seçildiğinde, kendisini o mevkie getiren kitlelerin beklentisi doğrultusunda Şer’î bir yönetim sözü veren Muhammed Mursî, Hüsnü Mübârek yönetiminin bürokrasideki uzantılarının engelleriyle karşılaşıyor her adımda. Askerî bürokrasiyi kısmen aşmış olsa da, sivil bürokrasi elini ayağını bağlıyor Mursî’nin.
O da bu engeli aşmak için tek çare olarak önünde duran yola giriyor ve yetkilerini artırma kararı alıyor. Kendisini iktidara taşıyan kitlelerin beklentisini yerine getirmenin başka bir yolu yok çünkü. Bizde CHP’nin, İslam’ın ve Müslümanların menfaatine gibi görünen her kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi gibi, Mısır’da da firavun zihniyetinin bürokrasiye kök salmış kalıntıları iktidarlarından vazgeçmeye niyetli görünmüyor; “yasal” yolları kullanarak Mursî’nin her icraatının önünü kesiyor.
Açmaz tam da bu noktada kendisini gösteriyor. Mübarek’i hürriyet karşıtı bir diktatör olduğu için alaşağı eden kitlelerin bir kısmı bu defa aynı tepkiyi, aynı sloganlarla, yetkilerini genişleten Mursî için gösteriyor.
Gerçi Mursî’nin icraatlarını destekleyen karşı gösteriler de yapılmıyor değil; ama Tahrir meydanını dolduran kalabalıklar, arkalarına medya desteğini almış olmanın da avantajıyla daha gür bağırıyor; Mursî’yi, “hürriyet” karşıtı davranmakla, halkı aldatmakla itham diyor.
“Arap Baharı” sürecinin başından beri dikkat çekmeye çalıştığım tam da buydu. Sultan Abdülhamid han ve onun yönetimi söz konusu olsaydı mesela, bu kitleler bugün –bilhassa Filistin meselesindeki hassas tavrı dolayısıyla– minnet ve saygıyla andıkları o koca sultana da “zalim/diktatör” damgası yapıştırarak “eş-Şa’b yurîd iskâti’n-nizâm” sloganıyla “hürriyet” talep edecek ve “Abdülhamîd irhal” (Abdülhamîd, defol!) diyeceklerdi.
6 Aralık 2012 – Milli Gazete