Suriye meselesi gittikçe “sarmal”a dönüşüyor. Beşşar Esed yönetimi İran ve Hizbullah desteğini de arkasına alarak tankı-topu ne varsa bütün gücüyle halkına soykırım uygulamaya devam ediyor. O devam ettikçe halktaki direniş iradesi daha bir bileniyor ve direniş safları her geçen gün yeni katılımlarla sıklaşıyor, güçleniyor.
Suriye meselesi bağlamında birkaç nokta üzerinde durmak gerekiyor
- Artık ayan beyan anlaşılmış bulunmaktadır ki İran’ın bölgede “Ümmet” merkezli bir duruşu yok; onun yerine “mezhep” merkezli bir politika izlemeyi tercih ediyor İran. Haylidir bu meseleyi konuşuyoruz gittiğim yerlerde. İran’ın, Hizbullah ve Hamas’la birlikte bölgede emperyalizme karşı Ümmet’i temsil eden bir “direniş cephesi” oluşturduğu propagandası hayli tutmuş görünüyor. Oysa ne böyle bir cephe var, ne de İran’ın böyle bir düşüncesi.
Bunu söylediğim zaman benim “mezhepçilik” yaptığımı söyleyenlere diyorum ki: Eğer İran’ın gerçekten mezhep ihracı gibi bir derdi yoksa, anayasasından resmî mezhebin Caferiyye/İsnaaşeriyye olduğunu belirten cümleyi kaldırsın. Onun yerine İran’ın mezhepçiliğe karşı olduğunu, bütün fırka ve mezhepleriyle Ümmet’in tamamını kucakladığını ifade eden bir cümle koysun anayasaya.
Öte yandan, sırf Iraklı Şiilerin belli bir güç olarak denklemde yer alması seçeneği karşılığında Irak’ın işgaline destek veren İran’ın, Suriye’deki muhalefeti “Batı destekliyor” gerekçesiyle gözden düşürmeye yönelik kara propagandası “kral çıplak” diyor; ama gören gözlere…
- Suriye’de muhalefeti oluşturan cephenin homojen olmadığı doğru. Bir tarafında Sünnî Müslümanların, diğer tarafında laiklerin bulunduğu karma bir yapı var ve bu da gayet tabii bir durum. Bunu bahane ederek İran’ın ve Beşşar Esed’in muhalefeti Batı’nın ve İsrail’in manipüle ettiğini/yönettiğini söylemesi inandırıcı olmaktan çok uzak. Muhalefet cephesi içinde farklı grupların olmasından daha tabii ne olabilir? Muhalefet cephesi içinde Batı’ya yakın grupların bulunması Şii cephenin halkı boğazlamasını mazur göstermeye elbette yetmez.
- ABD’nin çekilmesiyle Irak’ta ortaya çıkan ve gittikçe derinleşen çatlak, Şii yayılmacılığın İslam dünyasında hangi boyutlara ulaştığını gösteren bir diğer gelişme. ABD’nin İran’ın doğrudan ve/veya dolaylı desteğiyle gerçekleştirdiği Irak işgali, Sünnî kesimin yok sayılmasıyla/ezilmesiyle, buna mukabil Kürt etnisitesine dayalı bir özerk yapıyla, daha baskın biçimde Şii karakterli bir yeni gücün ortaya çıkmasına yol açmıştır netice olarak.
- İran’ın Suriye iktidarının muhafazasına bu kadar önem vermesi, bölgedeki önemli dayanaklarından birisini kaybetmeme refleksine dayanıyor. Empati yaparak düşündüğümüzde bu durumu anlamak zor değil. İran bir yandan mezhebe dayalı bir hinterland oluşturmak isterken bir yandan da mevcut avantajlarını korumak istiyor. Nükleer güce sahip, bölgede bir “şii hilali” oluşturmuş bir İran’ın ne anlama geldiği Batılı ülkelerden çok İslam Dünyası’nı ilgilendiriyor elbette.. Esasında İran baştan beri birleştirici bir politika izleseydi bölgedeki dengeler bugün çok daha farklı olurdu. Ama tarihsel kökleri derinlere uzanan şii refleks buna mani oluyor…
- Beşşar Esed yönetiminin bu şekilde devam edemeyeceği açık. 10 bini aşan ölü sayısı, dağılan yuvalar, göç eden 10 binlerce insan, yıkılan şehirler… bundan sonraki süreçte her şeyi unutup “beyaz bir sayfa” açmanın mümkün olmadığını açık biçimde gösteriyor. İran ve Hizbullah ne kadar asılırsa asılsın Beşşar Esed yönetimi eninde sonunda halkın gücü karşısında daha fazla direnemeyeceğini anlayacak.
Bekleyip göreceğiz…
Esed yönetiminin gitmesiyle bölgedeki güç dengesi kökünden değişeceğini görmek kehanet değil.
Milli Gazete – 3 Nisan 2012