Ahmed El-Kâtib’in Rüyası

Ebubekir Sifil2012, Gazete Yazıları, Konularına Göre, Mezhep, Şia, Temmuz 2012

Özellikle gençler arasında etkisini gittikçe artırdığı gözlenen Vehhabi propagandası da denklemin diğer kısmını oluşturuyor. Bu fırkanın da –Kerrâmiyye gibi fırkaların devamı olduğunu dikkate alarak söylersek– özgül ağırlığıyla gerçek ağırlığı arasında dağlar kadar fark var.

Bugünlerde internette dolaşın bildirisinde Ahmed el-Kâtib hayli cesur bir duruş sergiliyor. Masum imam inancının temelsizliğinden Hz. Aişe (r.anha) validemiz konusundaki sakat anlayışa, velayet-i fakih teorisinden humus uygulamasına… varıncaya kadar aklınıza gelen ne varsa açık yüreklilikle tartışmaya açıyor el-Kâtib. Baştan sona okunduğunda adeta Şia’ya temel karakterini veren ne varsa yeniden gözden geçirilmesi çağrısı yapan bir “manifesto” özelliği taşıyor söz konusu bildiri. Elbette el-Kâtib bu sebeple, tabii olarak şii dünyadan yoğun tepkiler de alıyor.

Hatırlanacağı üzere bir ara Lübnan şiilerinin lideri Ayetullah Fadlullah da benzer şeyler söylemişti. Sahabe’ye ve o çerçevede Hz. Aişe (r.anha)’ya dil uzatmanın, ilk üç halifenin hilafetini tartışma konusu yapmanın, Sahabe’ye yönelik ithamların… artık yaşatılmaması gereken tarihsel arızalar olduğunu yüksek sesle haykırmıştı. Ama bu sağduyulu ses, hak ettiği yankıyı bulamadı. Bakalım Ahmed el-Kâtib’in çağrısının akıbeti ne olacak…

Caferiyye/İsnaaşeriyye şiiliğinde yerini gittikçe belirginleştiren “Usulî-Ahbarî” karşıtlığında, Ayetullah Fadlullah, Ahmed el-Kâtib ve benzeri isimler Usulî kanatta yer alıyor. Ahbarîler Şii rivayet külliyatına sıkı sıkıya bağlıyken Usulîlerin dirayete dayalı duruşu, mevcut şii müktesebat karşısında eleştirel bir tavır olarak etkisini her geçen gün daha bir hissedilir şekilde artırıyor. Sünni-Şii ayrışmasında bu tarz sağduyulu seslere ciddi anlamda ihtiyaç var. Caferiyye mezhebi mensupları, Kütüb-i Erbaa[1]el-Kuleynî’nin el-Kâfî’si, el-Kummî’nin Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh’i, et-Tûsî’nin el-İsbitsâr ve Tehzîbu’l-Ahkâm’ı. temelinde şekillenen itikad ve amel (ama ağırlıklı olarak itikad) mirasını ciddi anlamda sorgulayıp, inancın hücrelerine sinmiş bulunan ideolojiyi titiz bir şekilde ayıklamadıkça söz konusu ayrışmanın devam etmesi kaçınılmazdır.

En az bunun kadar önemlisi, söz konusu miras üzerinde yüzyılların birikimi ile oluşmuş bulunan kültürün oluşturacağı dirençtir. Belki ilim adamları birtakım meseleleri kendi aralarında konuşup tartışabilir –sonuca gidilip gidilmemesi elbette süreç işidir–; ama bunun, varlığı söz konusu kültürün yaşatılmasına bağlı bulunan kesimler tarafından güçlü bir dirençle karşılanacağı kesin.

Bu süreçte Caferî-Zeydî yakınlaşmasının/diyaloğunun önemi büyüktür. Her iki mezhebin de, tarihsel gerçekliğini diğer kanadın kabulleri doğrultusunda test etmek gibi hayatî bir imkânı mevcuttur. Şii dünyada dominant unsur olarak varlığını muhafaza eden Caferî/İmamî kabullerin “teori” seviyesinde ele alınmasının bir “zorunluluk” olduğunu ortaya koyan en önemli vakıa bu iki şii kesim arasındaki ayrılıklardır…

Buna bağlı olarak altı çizilmesi gereken bir diğer önemli nokta da şudur: Fars şiiliği bu sürecin akıbeti konusunda elbette birinci derecede belirleyici olacak taraflardan biridir. Ya siyasî/ideolojik mülahazaları her şeyin üstünde tutmaya devam ederek “anti emperyalizm” maskesi ardında –Amerikan emperyalizmine karşı Rus ve Çin emperyalizmine sırtını dayamak suretiyle!! – Ahmed el-Kâtib’lerin sesini boğarak bu süreci akamete uğratacaklar, kırıp-dökmeye devam edecekler ya da sağduyu galip gelecek. Bekleyip göreceğiz.

5 Temmuz 2012 – Milli Gazete

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 el-Kuleynî’nin el-Kâfî’si, el-Kummî’nin Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh’i, et-Tûsî’nin el-İsbitsâr ve Tehzîbu’l-Ahkâm’ı.