29 yıl önce 7 Nisan 1983 tarihinde aramızdan ayrıldı Ahmed Davudoğlu hoca. Gidenlerin ardından –adet olduğu üzere– yazılan yazılar, söylenen sözler, anma programları… ondan bunları da esirgemişiz. Vefatının üstünden geçen 29 yıl boyunca hiç birimiz ona olan borcumuzu hatırlamamışız. Haydi genelleme yapmayalım; belki hatırlayanlar olmuştur, ama bu hatırlamayı anlamlı kılacak, ona olan borcumuzla mütenasip olduğunu düşündürecek bir şey yapmadığımız ortada. Aksi söz konusu olsaydı önceki Cumartesi günü adına yapılan anma programında bu kadar irkilmezdik.
Evet, Davudoğlu hoca aramızdan ayrılalı 29 koca yıl olmuş ve biz onu ilk defa “bir program çerçevesinde” hatırlamışız! Bunun için onun ruhaniyetinden özür dilemeliyiz, hepimiz…
Belki böyle geç kalmış bir özür anlamındaydı 7 Nisan Cumartesi günü yapılan anma toplantısı. Gaziosmanpaşa belediyesinin ev sahipliğini yaptığı, UDKAM ile ailesinin ortaklaşa düzenlediği panele muhterem Emin Saraç hocaefendi, Enver Baytan hocaefendi, Prof. Dr. Cevat Akşit hoca ve Prof. Dr. Osman Güler konuşmacı olarak iştirak etmişti.
Konuşmacılar –bu tarz toplantıların kaçınılmaz kaderi olduğu üzere– kısa tutmak zorunda kaldıkları konuşmalarında merhum Davudoğlu hocayı değişik veçheleriyle anlattılar. Emin Saraç hocaefendi ile Prof. Dr. Cevat Akşit hoca, konuşmalarında Davudoğlu hocayla ilgili hatıralarına da yer verdiler.
Samimi kanaatimi arz edeyim: Bu toplantı, aradan bunca yıl geçtikten sonra Davudoğlu hoca merhumun adına yaraşır şeyler yapmamız gerektiğini ihtar eden bir işaret fişeği olacaksa kabule şayan olur. Yoksa o toplantı ile yetinmek ya da bundan sonrasını o tarz toplantılarla geçiştirmek Davudoğlu hoca için değil, ama bizler için büyük ziyan anlamına gelecektir!
Gaziosmanpaşa Belediye’sine de burada teşekkür etmeden geçmek olmaz, böyle bir toplantıya ev sahipliği yapma inceliğini gösterdikleri için. Ama –kusura bakmasınlar– söylemeden geçemeyeceğim: O nasıl bir “salon” öyle? Birkaç kat yukarıdaki salona ulaşmak için üst üste birkaç mağazanın içinden, türlü müziklerin, dev televizyon ekranlarının, reklam bombardımanlarının arasından geçmek zorunda kalıyorsunuz. Salonun bulunduğu kata geldiğinizde, yine son derece rahatsız edici bir gürültü kirliliğinin ortasından geçip salona giriyorsunuz. Belki başka türlü organizasyonlar için uygun bir mekân ve yerleşim planı olabilir, bilemiyorum, ama öyle bir toplantı için hiç uygun değil orası. Salonu o gürültü kirliliğinden ayıran doğru dürüst bir kapı bile yok! Kendinizi programa vermek istiyorsunuz, ama mekân buna imkân tanımıyor… Bir başka programa yetişmek üzere Davudoğlu hocayı anma programının sonunu beklemeden ayrılıp dışarı çıktığımda içeride kendimi ne kadar sıkmış olduğumu fark ettim…
Merhum Ahmed Davudoğlu hoca, yakın geçmişimizde yaşayıp iz bırakmış birçok büyük isimden bir özelliğiyle ayrılıyor: Ehl-i Sünnet itikadı adına zararlı ve tehlikeli gördüğü cereyanlarla, oluşumlarla ve şahıslarla sözünü esirgemeden, idare-i kelam etmeden mücadele etmiş, eserleriyle de bu mücadelesini kalıcılaştırmış bir hoca o, bir alim…
Bu sebeple elbette daha fazlasını yapmak durumundayız onun misyonunu yaşatmak, davasını, bıraktığı yerden ve daha güçlü biçimde sürdürmek adına…
O toplantının bir başlangıç olması ve arkasının daha güçlü biçimde gelmesi temennisiyle…
Milli Gazete – 17 Nisan 2012