Üstad merhumun ilmî çevrelerde “Bediüzzaman” olarak kabul edilip edilmediği sorusu, dönemindeki ilim ehli tarafından “emsalsiz, benzersiz, en üstün” olarak tavsif ve takdim edilip edilmediği anlamındaysa, bu noktada benim muttali olabildiğim şudur: Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Elmalılı Hamdi Efendi, Ermenekli Safvet Efendi, İskilipli Atıf Efendi gibi (Allah hepsine rahmet eylesin) dönemin ilim zirveleri arasında mutad veçhile mevcut olan seviyeli münasebet, Bediüzzaman merhum için de söz konusu olmuştur. Bediüzzaman da zikri geçen alimlerden bir alim olarak gerek … Devamını Oku
Bediüzzaman ve Risale-i Nur-5
Üstad’a “Bediüzzaman” lakabının nasıl ve niçin verildiğine gelince; kendisi henüz 14-15 yaşlarındayken ilmî muhitlerde yaygın bir şöhrete nail olmuştu. Keskin zekâsı, dirayeti, ilmî kudreti ve müthiş hafızası, gittiği yerlere kendisinden önce ulaşırdı. Bu sebeple her gittiği yerde hemen ilmî meclisler kurulur ve bu şöhretin hak edilmiş olup olmadığını anlamak için ilim erbabınca bir anlamda imtihana çekilirdi. Bizzat kendisiyle uzun görüşmelerde bulunmuş olan merhum Eşref Edib, Üstad’ın biyografisini anlatırken şöyle diyor: “… Siirt uleması merak ettiler. Bir yere … Devamını Oku
Bediüzzaman ve Risale-i Nur-4
Bediüzzaman merhum etrafında 33 maddelik okuyucu sorusunun aynı sırayla cevapları şöyle: “Sait Nursiye, Bedüzzaman olarak nitelendirme nasıl ve kimler tarafından verilmiştir?” “Bediüzzaman”, “zamanında yaşayan insanlar arasında emsalsiz olan, bir benzeri olmayan, asrının yegânesi, yetenek ve kabiliyetleri bakımından çağında eşsiz olan…” gibi anlamlara gelen bir terkiptir. Arapçada “vahîdu asrihî”, “ferîdu dehrihî”, “yetîmetu’z-zemân”… gibi terkipler de bu anlamda kullanılır. İslam tarihinde bu lakapla anılan birçok isim bilinmektedir. İbn Asâkir’in hocaları arsında bulunan Ebû Ali Ahmed b. Sa’d b. Ali … Devamını Oku
Bediüzzaman ve Risale-i Nur-3
Bediüzzaman merhum, Risale-i Nur ve Nurculuk diye bilinen hareket merkezli seri soruların cevabına geçmeden önce birkaç noktayı kısaca belirtmekte yarar görüyorum: Cumhuriyet sonrası ülkemizde görülmeye başlayan cemaat yapıları, İslamî hassasiyet sahibi dirayet ehli Osmanlı bakiyesi alim, salih ve fazıl zatların milletimizin aidiyetleriyle ilişkisini devam ettirmek ve kendine yabancılaşmasının önüne set çekmek maksadıyla ortaya koydukları samimi/ihlaslı ve fedakârane çalışmaların eseri olarak niteleyebiliriz. Aynı mübarek maksada yönelik gayretlerin semeresi olan bu yapıların, İslamî çalışmada birbirlerinin “rakibi” değil, “refiki” olması … Devamını Oku
Bediüzzaman ve Risale-i Nur-2
Geçen hafta bir kısmını verdiğim okuyucu sorusunun devamı şöyle: S-16) Mehmed Kırkıncı 1-7 Temmuz 2001 Tempo dergisinde Sait Nursi’den şöyle bahsediyor; “(Sait Nursi) daha ziyade İslam’ın ahkâm noktasına değil, iman noktasına yönelik yazmıştır. Daha o zamandan evlattan anaya hisse verilmesini tenkit etmiş, Kur’an’ın ahkâmından bazı şeylerde var tenkit ettiği.” Böyle bir durum var mı? Varsa bu yaklaşım doğru mudur? S–17) Risaleler Türkçeye çevrildiğinde dini hikayeler gibi bir kitap seviyesine dönüşüyor. Arapça, Osmanlıca ve Farsça yazılması onun gerçekten … Devamını Oku
Bediüzzaman ve Risale-i Nur-1
Soru: Selâmun âleykum hocam. Radikal, nurcu ve tasavvuf ehli arkadaşlarım var. Bazı konularda bilgilerimizi paylaşıyoruz ama anlaşamadığımız konular var. Bu konularda ise sıkıntı yaşadığımız temel mesele hepimizin ikna olacağı kaynak bilgilere sahip olmayışımızdır. Aşağıda sorduğum soruları her grubunda mütmaîn olabileceği kaynak delillerle cevaplarsanız büyük bir problemin çözülmesi ve kafalardaki şüphelerin gitmesi açısından faydalı ve hayırlı bir hizmet etmiş olacaksınız. Örneğin ayet, hadis-i şerif, peygamber hayatı, ashabın, tabiunun hayatı, tanınmış ve ehli sünnette ekol kabul edilen İslam alimlerinin … Devamını Oku
Hangi Ehl-i Sünnet?
Bugünü ve geçmişi bir takım ideolojilerin gözlüğüyle okuma kolaycılığının pazarlamasını yapmak dışında herhangi bir marifeti olmayan bazı çevrelerin, “Ehl-i Sünnet” vurgusuna her rastladığında niçin kırmızı görmüş gibi davrandığını anlamak zor değil. Olaylara, fikirlere ve vakıalara ideolojilerin refleksiyle tepki vermenin tabii ve kaçınılmaz sonucudur bu. Bu çevrelerin tesbitine göre Ehl-i Sünnet çizgi, zaman içinde bir tür “eksen kayması”na maruz kalmış, Ehl-i Sünnet’in selefi ile halefi arasında belirgin bir tavır ve tarz farklılığı ortaya çıkmıştır. Bugün Ehl-i Sünnet adına … Devamını Oku
Ehl-i Sünnet’in İçini Boşaltmak
Dikkatinizi çekiyor mu, bilmiyorum; son zamanlarda bazı kişiler kendilerini veya başkalarını “Ehl-i Sünnet” olarak tavsif etmeye özel bir itina gösteriyor sanki. Elbette bir “meşruiyet sağlama” aracı olarak başvurulan bu yöntemi birkaç açıdan okumak mümkün: “Ehl-i Sünnet”, vasfen olmasa da ismen hala bu topraklarda temel belirleyicilerden birisidir. Ehl-i Sünnet’in ne olduğu, kişinin hangi durumda Ehl-i Sünnet olarak tavsif edilebileceği ve hangi durumlarda bu sıfatla anılamayacağı konusu netliğini kaybetmektedir. Bu durum böyle devam ederse, “Ehl-i Sünnet” kavramının dönüşmesine veya … Devamını Oku
Nüzul-i İsa (as) Konusundaki Bir İşkâl Ve Cevabı
Hz. İsa (a.s)’ın nüzulüne naklî zeminde getirilen “ciddiye alınabilir” iddialardan birisi, nüzul-i İsa (a.s) inancının, Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber gelmeyeceği gerçeğiyle çelişki teşkil etmesi. Kur’an, Efendimiz (s.a.v)’in “Hâtemu’n-nebiyyyîn” (Nebilerin sonuncusu)[1]33/el-Ahzâb, 40. olduğunu açıkça bildirmiş, Efendimiz (s.a.v) de kendisinden sonra Nebi gelmeyeceğini haber vermiştir.[2]el-Buhârî, “Enbiyâ”, 51; Müslim, “İmâre”, 44, “Fedâil”, 30… Buna bağlı olarak ileri sürülen bir diğer iddia da, Efendimiz (s.a.v)’den sonra gelmesi halinde Hz. İsa (a.s)’ın “peygamberlik” vasfından söz edilemeyeceği, bir anlamda “tenzil-i rütbe”ye maruz kalmasının söz konusu … Devamını Oku
Ehl-i Sünnet’in Ayırt Edici Vasfı
Ehl-i Sünnet’i diğerlerinden ayıran hususiyetlerin neler olduğunu bilmenin en kestirme yolu Sahabe’ye bakmaktır. Sahabe neye nasıl inanmış ve neyi nasıl yapmışsa, o hususlarda onlar gibi davranmak Ehl-i Sünnet’in ayırt edici vasfıdır. Daha önce de değişik vesilelerle ifade etmeye çalıştığım gibi, Mu’tezile’nin bir kısmı ve Haricîler dışında hiçbir fırka bir kurum olarak Sünnet’i toptan inkâr ve reddetmemiştir. Ancak bu durumun onları “Sünnet Ehli” yapmaya yetmediğine dikkat edilmelidir. Günümüzde de bir kısım çevreler Sünnet’i bir kurum olarak toptan reddetmediklerini … Devamını Oku