Zuhr-i Ahir-3

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Gazete Yazıları, Ocak 2006, Ocak Ayı 2006 OS, Okuyucu Soruları

Cuma namazının farz ve İslam’ın önemli şiarlarından biri olduğunu gösteren delillere nazaran, Cumanın sıhhatinin şartlarının tesbitinde dayanılan delillerin zannî olduğunu bir önceki yazıda vurgulamıştım. Taklid ehli olan bizlere düşen şudur:

  1. Madem ki sıhhat şartlarının tesbitinde dayanılan deliller zannîdir ve Müçtehid İmamlar arasında tartışmalıdır, öyleyse zannî için kat’îyi terk etmemelidir.
  2. Sorumluluktan çıkmış ve farzı yerine getirmiş olmak için Müçtehid İmamlar’dan birinin “kılınır” dediği her yerde Cuma namazını kılmalı, orada Cuma namazı kılınmaz diyen imamın kavlinin gereğiyle de amel etmiş olmak için arkasına zuhr-i ahir eklemelidir.
  3. Burada dikkat edilecek husus şudur: Cuma namazının arkasına ekleyeceğimiz zuhr-i ahirin kılınma gerekçesi, sadece bulunduğumuz yerin “şehir” hükmünde olup olmadığıyla ya da bir şehirde birden fazla yerde kılınmasının cevaz veya adem-i cevazıyla ilgili değildir; asıl gerekçe, Cumanın sıhhat şartlarının tesbitinde İmamlar arasında ihtilaf bulunmasıdır.
  4. Kaldı ki bahse konu şartların tesbitinde bir tek mezhep içinde bile ihtilaf varsa ihtiyatı elden bırakmamak evladır.
  5. Cuma namazının sıhhat şartları olarak tesbit edilen hususların delillerinin zannî olması, onların büsbütün değersiz olduğunu elbette göstermez. Dolayısıyla bu şartların görmezden gelinmesi, hiçbir şekilde dikkate alınmaması kesinlikle doğru değildir.

Söz buraya gelmişken bazı noktalara da değinmek gerekiyor:

  1. Zuhr-i ahirin bid’at bir namaz olduğu iddiası.[1]eş-Şevkânî ve Reşid Rıza bunlardandır. Eğer bunu söyleyenler Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe (Allah onlardan razı olsun) döneminde olmayan bir şeyin ihdas edilmemesi konusunda samimi bir hassasiyet taşıyorlarsa, Cuma namazının o dönemlerde kılınış tarzına dönülmesini istemelidirler… Kaldı ki bu bid’at değil, ibadet hassasiyetiyle ve ihtiyata riayeten yapılan bir uygulamadır.
  2. Hanefî mezhebinin Ulu’l-Emr şartını öngörürken dayandığı, “Kimin adil veya cair bir imamı (devlet başkanı) olduğu halde onu terk ederse…” hadisinin zayıf olduğu iddiası.[2]Bkz. DİA, VIII, 87. el-Aynî bu rivayetin birçok tarikten geldiğini söylemiştir ki[3]Umdetu’l-Karî, V, 232; VI. 191. son derece haklıdır. Bu rivayet Câbir b. Abdillah, Ebû Hureyre ve Ebû Sa’îd el-Hudrî’den (Allah onlardan razı olsun) nakledilmiştir. Kimi tariklerinde hadis uydurduğu veya zayıf olduğu söylenen raviler var ise de, bütün isnadları böyle değildir. İlgili çalışmalarda genellikle kaynak olarak sadece İbn Mâce[4]İbn Mâce, “İkâme”, 78. ve el-Heysemî[5]Mecmau’z-Zevâid, II, 169-70 (et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VIII, 121). gösterilse de, ez-Zeyla’î bu rivayetin, mezkûr üç sahabîye dayanan 5 tarikini zikretmiştir.[6]Tahrîcu’l-Ahâdîs ve’l-Âsâr (el-Keşşâf hadislerinin tahrici), IV, 23 vd. Ayrıca Abd b. Humeyd ve İbn Abdilberr tarafından da Câbir (r.a) rivayetinin farklı isnadları nakledilmiştir.[7]el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd, 344; et-Tânevî, İ’lâu’s-Sünen, VIII, 51. Dipnotta belirttiğim yerde İ’lâu’s-Sünen sahibi de bu konudaki sahabî ve tabiî uygulamalarına ve rivayetlerine yer vermiştir. Bunların tamamından bir kuvvet hasıl olacağı aşikârdır.

Milli Gazete – 23 Ocak 2006

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 eş-Şevkânî ve Reşid Rıza bunlardandır.
2 Bkz. DİA, VIII, 87.
3 Umdetu’l-Karî, V, 232; VI. 191.
4 İbn Mâce, “İkâme”, 78.
5 Mecmau’z-Zevâid, II, 169-70 (et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VIII, 121).
6 Tahrîcu’l-Ahâdîs ve’l-Âsâr (el-Keşşâf hadislerinin tahrici), IV, 23 vd.
7 el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd, 344; et-Tânevî, İ’lâu’s-Sünen, VIII, 51.