Bir önceki yazıda mealini verdiğim ayetlerin ne anlattığına kısaca göz atacak olursak:
5/el-Mâide 44. ayette, Allah Teala’nın indirdiği Tevrat’ın bir nur ve hidayet kaynağı olduğu beyan buyurulmakta ve Hz. Musa (a.s)’ın tebliğ ettiği dini Yahudiliğe dönüştüren İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerin, bu kavme değişikliğe uğratılmamış Tevrat ile hükmettiği, o peygamberlerin yolundan giden alim ve abidlerin de aynı şekilde davrandığı haber verilmektedir.
Ayrıca burada İsrailoğulları’nın alim ve abidlerinin bir özelliğine dikkat çekilmektedir ki, son derece önemlidir: Onlar, Allah’ın Kitabı olan Tevrat’ı muhafaza ile görevlidirler. Yahut peygamberlere bu görevlerinde müşareket eder, yardımcı olurlar. Her iki ihtimalde Rabbaniyyun ve Ahbar’ın Tevrat’ı –lafızlarını ezberleyerek ve hükümlerini uygulayarak– muhafaza ila görevli oldukları ortaya çıkmaktadır. Kur’an’ın, Yahudi alim ve abidlerine şiddetli tenkitler yöneltmesini ve onların işlediği Tevrat’ı tebdil/tağyir suçunu sıklıkla gündeme getirmesini bu noktayı göz ardı ederek gereği gibi anlamlandırmak mümkün değildir.
Nihayet bu ayette yer alan bir diğer incelik de şudur: Ayet, “İsrailoğulları Tevrat ile amel ve hükmederlerdi” demiyor; Peygamberlerin, “Yahudilere Tevrat ile hüküm verdiğini” belirtiyor. Üstelik bu husus dile getirilirken de, o peygamberlerin, “kendilerine Allah’a teslim etmiş/İslam olmuş” kimseler olduğunun altı çiziliyor.
Buradan üç husus istinbat edilebilir:
- İsrailoğulları ile peygamberlerinin yolları farklıdır. Peygamberler hakkında “eslemû: Allah’a teslim olmuş/İslam olmuş” dendiği halde İsrailoğulları hakkında “hâdû: yahudi olmuş” fiilinin kullanılması bu noktayı dikkatlere sunmaktadır.
- Bütün peygamberler Allah’a teslim olmuş/İslam olmuş kimseler olduklarına göre “Yahudiler’e Tevrat ile hükmetme” özelliği Hz. Peygamber (s.a.v) için de geçerlidir. Dolayısıyla O da Yahudiler’e Tevrat ile hükmedecektir.
Ancak bu, gerek aynı surenin 49. ayetiyle, gerekse “Doğrusu biz sana Kitab’ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin” mealindeki 4/en-Nisâ, 105’in, umumî ifadesi sebebiyle tartışmalı ve mercuh bir ihtimaldir.
- Rabbaniyyun ve Ahbar’ın zikredildiği cümleden hemen sonra “insanlardan korkmayın; benden korkun” buyurulması, bu zümrelerin içinde insanlardan korktuğu için Tevrat’ın hükümlerini bile bile tahrif edenler bulunduğunu ihsas ediyor. Ayrıca devam eden cümlede onların bunu değersiz dünyalık menfaatler uğruna yaptıkları belirtiliyor.
- ayette Tevrat’ta yer alan kısas hükümleri hatırlatılarak, Yahudiler’e bu hükümleri hayata geçirmeyenlerin zalimler olduğu hatırlatılıyor. 44. ayette “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler”in “kâfir” olduğu vurgulandığı halde burada aynı fiilin “zulüm” olarak, 47. ayette ise “fısk” olarak tavsif edilmesi akla şu ihtimalleri getirmektedir:
- Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeme, çeşitli şekillerde ve çeşitli sebeplerle olabilir. Bunların tamamının hükmü bir değildir.
- Ehl-i Kitap zümreler içinde farklı gruplar vardır ve bu fiili farklı biçimlerde işlemektedirler. Bunların tamamı aynı hükümde değildir.
- Her üç ayette geçen “küfür”, “zulüm” ve “fısk” aynı anlamdadır; hepsi küfürdür. Ancak bu kelimelerin her biri, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeme sapkınlığının farklı biçim ve tezahürlerini anlatmak üzere kullanılmıştır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 19 Haziran 2006