Bir önceki yazıdan devam.
Rabıta’yı, müridin, yeni girdiği seyr-ü sülûk sürecinde, her haliyle örnek aldığı üstadını tahayyül ve tasavvuruna yerleştirmek, kendisini ona benzetmeye çalışmak ve onu yokluğundayken yanındaymış gibi düşünerek tavr-u ahvaline ve düşüncelerine çeki düzen vermek olarak anlıyor ve bunda da bir sakınca bulunmadığını düşünüyorum. Fena fi’ş-şeyh de yine bu çerçevede düşünülebilecek bir durumu ifade eder. Kalbî ve zahirî ahvaline çeki-düzen vermek için şeyhinde yok olma ya da rabıta ile onun murakabesi altında bulunduğunu hissetme ihtiyacı duymayan, yani seviye olarak daha ileriye geçmiş bir kimse için elbette bunlar söz konusu olmayacaktır.
Şeyhten himmet istemeyi, şeyhin dua ve teveccühünü talep etmek olarak anlıyorum. Mürşid (yol gösterici, irşad edici) makamında bulunan insanların duası elbette talep edilir; hatta manevî mertebeleri ne olursa olsun bütün mü’minler birbirlerine dua eder, birbirlerinden dua talep ederler.
Şeyhin şefaati meselesine gelince, Hadis kitaplarında Ümmet-i Muhammed’den –Hz. Peygamber (s.a.v) dışında– günahkârlara şefaat edecek kimselerin bulunacağını anlatan sahih rivayetlerin mevcudiyeti, sorunun bu kısmına olumlu cevap verilmesini zorunlu kılmaktadır. Kimi rivayetlerde bunlar “melekler, sıddıklar, şehidler” olarak sayılırken[1]Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 43; İbn Ebî Âsım, Kitâbu’s-Sünne, 389, kiminde “ulema”[2]İbn Mâce, “Zühd”, 37. (İsnadı zayıftır. Bkz. el-Irâkî, Tahrîcu Ahâdîsi’l-İhyâ, I, 13), kiminde “müezzinler” zikredilmekte[3]el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, X, 381., kiminde de küçük çocukların ebeveynlerine şefaat edeceği haber verilmektedir.[4]Ahmed b. Hanbel, IV, 105. Bunlar arasında Ümmet-i Muhammed’in bazı fertlerinin şefaatleri de hassaten zikredilmektedir ki, bunlar arasında kendi ev halkına şefaat edecek olanlar bulunduğu gibi, Mudar kabilesinin bireylerinden daha fazla sayıda insana şefaat edecek olanlar da vardır.[5]Ahmed b. Hanbel, V, 257, 61; İbn Huzeyme, Kitâbu’t-Tevhîd,, 313 vd.
Bütün bu rivayetleri bir arada ele aldığımızda, kıyamet günü bu Ümmet’in bazı fertlerinin günahkâr mü’minlere şefaat edeceği ortaya çıkmaktadır. Bu meyanda salih ve kâmil insanların zikredilmesinde herhangi bir yanlışlık yoktur.
Başı sıkışan, darda kalan kimsenin, ölmüş bir salih kulun ruhaniyetinden yardım talep etmesine gelince, burada tafsile gitmek gerekir.
Ölmüş bulunan salih kimsenin, kendisinden yardım istendiğinde bunu duyma ve çağrıya icabet etme kudret ve tasarrufuna kendiliğinden sahip bulunduğunun düşünülmesi son derece tehlikelidir. Hz. Peygamber (s.a.v) bile kendisine getirilen salevatları, Allah Teala’nın, ruhunu iade etmesiyle işiteceğini ve mukabele edeceğini söylemiştir.
Ama eğer salih kişiye Allah Teala’nın böyle bir hususiyet bahşedeceğine inanılarak, yani “Allah Teala’nın kendisine vereceği kudret ile benim sesimi duyabilir ve yardımıma koşabilir” diye düşünülerek böyle bir talepte bulunulursa burada şirkten söz edemeyiz. Maamafih sıkıntılı durumlarda doğrudan Allah Teala’dan yardım ve imdat istemek en doğrusudur.
“İstimdat/istiğase” tabir edilen bu durum ile “tevessül” arasında fark bulunduğunu da ekleyelim yeri gelmişken. Burada doğrudan ölmüş kişiden talepte bulunma söz konusu iken tevessülde onu vasıta yaparak Allah Teala’dan isteme vardır. Eğer ölmüş kişiden yardım talep eden kişinin maksat ve niyeti de tevessül ise, bu takdirde yapılan işin –her ne kadar şeklen yanlış ise de– gayrı meşru olduğunu söyleyemeyiz.
Milli Gazete – 25 Aralık 2005
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 43; İbn Ebî Âsım, Kitâbu’s-Sünne, 389 |
---|---|
↑2 | İbn Mâce, “Zühd”, 37. (İsnadı zayıftır. Bkz. el-Irâkî, Tahrîcu Ahâdîsi’l-İhyâ, I, 13) |
↑3 | el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, X, 381. |
↑4 | Ahmed b. Hanbel, IV, 105. |
↑5 | Ahmed b. Hanbel, V, 257, 61; İbn Huzeyme, Kitâbu’t-Tevhîd,, 313 vd. |