Soru: (…) Abonesi olduğum Umran dergisinin Haziran 2004 sayısında, kıymetli hocamız Ahmed Yüksel Özemre’nin “Taklidi İmandan Tahkiki İmana Geçişin Dramı” başlıklı yazısında bildiklerimle çelişen ve kafamı karıştıran bazı hususları sizinle paylaşmak istedim. Kıymetli hocamız yazısının sünnetle ilgili kısmında; Hadis rivayetlerinin Vahy gibi korunamadığı ve Kütüb-ü Sitte’den verdiği bazı hadis örnekleriyle Kur’an’a, Efendimiz (s.a.v)’in ahlakına, akla ve mantığa, kevni düzene ve birbirleriyle çelişen rivayetlere atıfta bulunmakta ve 10 numaralı dipnotunda Hz. Aişe validemizin Ebu Hureyre (r.a) ile ilgili bir düzeltmesini bir kitaptan alıntı yaparak bu sahabinin çokça hadis naklinde dikkatsiz ve tedbirsiz olduğuna ve bunun da hadisçilerin ravilere uyguladıkları kriterler açısından rivayetlerine itibar edilmeyeceğine delalet ettiğini belirttikten sonra, hadis rivayetlerinin günümüzün objektif kriterlerine göre yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini belirtmiştir.
“Değerli hocam. Genel sünnet bilgim ve şu anda okumakta olduğum Prof. Mustafa Sibai’nin “İslam Hukukunda Sünnet” isimli kitabından öğrendiğim kadarıyla “Kur’an’ı biz indirdik ve muhakkak onu yine biz koruyacağız” (Hicr, 9 ayetinde) korunacağı vadedilen sadece Kur’an değil onunla birlikte Efendimiz (s.a.v.)’e gönderilen şeriat ve dindir. Böylece Kur’an’da geçen ancak miktar, şekil ve zaman belirtilmeyen pek çok konuyu sahih sünnetle şu anda uygulamaktayız. Bilginlerimizin sünnetin derlenmesindeki büyük çabalarını bu kitaptan öğrenmiş bulunmaktayım. Bu bilgilerimi kıymetli hocamıza mail yoluyla gönderdim ve yazısının sünnetle ilgili kısmına itirazda bulundum. Ancak gerek ilmimin kıtlığı, gerekse meramımı yazıya dökemeyişimin sonucu kıymetli hocamızdan cevaben gelen yazıda değişen birşey olmadığını gördüm. Hocam şimdi soruyorum:
- “Eğer korunan Kur’an lafzıysa ve sünnet rivayetlerinde bizim ibadetlerimize giren ve Kur’an’a, Efendimizin hayatına, akla, mantığa, kevni düzene aykırı rivayetler varsa yüzyıllardır uyguladığımız dini hükümlerden şüpheye düşmeyecek miyiz?
- “Okuduğum kitap Ebu Hureyre (r.a)’nin ilmi, takvası, Efendimiz (s.a.v.)’e yakınlığı, hadis rivayetlerine yapılan tenkitleri ve cevaplarını içermekteyken hala bu sahabiye yönelik eleştiri yazıları okumaktayız. Gerçekten bu sahabinin nakillerini bilginlerimiz gerekli titizliğe başvurmadan mı kitaplarına almışlardır?
- “Hocamızın yazısındaki Kütüb-ü Sitte’den verdiği örneklere ne dersiniz?
“Değerli hocam. Asıl meramım hocamızın ilgili yazısını okumanızdır. Eğer yazılanlarda bir yanlışlık yok ise beni aydınlatmanızı, var ise yayın yoluyla yapılmış bu yanlışlığı yine yayın yoluyla düzeltmenizi temenni ederim…”
Cevap:
Sünnet/Hadis konusundaki tartışmaların arkası kesilecek gibi görünmüyor. Sünnet’in Din’deki yeri (hücciyyeti)’nden, hadislerin sıhhat tesbitinin yeni kriterlere bağlanmasına kadar pek çok nokta tartışıldı; konunun muhtelif boyutlarıyla ilgili olarak telif ve tercüme pek çok kitap ve makale yayımlandı, ilmî toplantılar tertip edildi. Elbette bütün bu çalışmalar burada kalmayacak ve konu, yeni katkılarla gündemimizdeki yerini muhafazaya devam edecek.
Burada temel soru şu: Bütün bu tartışmaları niye yapıyoruz?
Galiba bu temel sorunun en kestirme cevabı şu: Çünkü “Din telakkimiz” değişti.
Her ne kadar yukarıdaki soruya, “zaman değişti” tarzında cevap vermek yaygın bir alışkanlık olarak dikkat çekiyor ise de, bana göre bu cevap da benimkiyle aynı kapıya çıkıyor: Zamanın değişmesi (ne demekse!) eğer sanıldığı kadar “masum” ve “doğru” bir gerekçe ise, zamanın bu kertesinde müşahede ettiğimiz –ve eski devirlerde görülmeyen– her türlü yönelişi Din telakkisinin değiştirilmesini meşru kılan bir “fenomen” olarak görmek durumundayız.
Sünnet/Hadis konusundaki “çağdaş” tartışmaları “değişim” meselesinden bağımsız ele almak yanıltıcı ve eksikle malül olacağından, bence bu noktadan hareket etmeliyiz.
“Değişim”in kaçınılmaz bir zorunluluk olarak takdimi, temel bir hareket noktası olarak doğruysa ve bizler “tutarlı olmak” gibi bir ahlakî endişe taşıyorsak, “Amentü”nün bütün maddelerini ve buradan neş’et eden fer’î ahkâmı bütün boyutlarıyla tartışma gündemine almak durumundayız demektir.
Şunu demek istiyorum: Sünnet gibi Din’in en temel bir kurumunu, Allah, Peygamber ve Kitap inancını konu dışı bırakarak tartışamayız. Zira Allah, Peygamber ve Kitap konusundaki temel kabullerimiz, Sünnet konusunda söyleyeceklerimizin mukaddimesi olacaktır.
O zaman ikinci temel soru şu olmalıdır: Nasıl bir Allah’a/Peygamber’e/Kitab’a inanıyoruz?
“Hadislerin sıhhat/zaaf tartışması tarih boyunca yaşanmış bir vakıadır; öyleyse günümüzde de temel Amentü ilkelerini konu dışı tutup bu meseleyi cüz’î/tikel olarak tartışabiliriz” tarzındaki bir takdirî itirazın geçersizliğini kısaca ifade edip yazıyı bağlayalım: Tarih boyunca bu konuda yapılan tartışmaların iki boyutu vardır:
- Fırkalar arası tartışmalar: Farklı Din telakkilerinin yansıması olduğundan bu madde yukarıda söylediklerimi doğrulamaktadır.
- Aynı fırka (mesela Ehl-i Sünnet) mensuplarının tartışmaları: Bu da “sistem içi” bir olguyu anlattığı için günümüzdeki duruma örnek gösterilemez. Çünkü Sünnet’in Kur’an’dan sonra Din’in ikinci kaynağı olduğu ve Hadis’in “yumuşak karnı” olarak görülen “haber-i vahid” kategorisinin dahi alettenezzül “amelî vücup” ifade ettiği –sistem içi bir temel kabul olduğundan– izahtan varestedir.
Öyleyse tarihteki durumla günümüzdaki tartışmalar arasında ancak “kıyas maal farık” ile bir benzetme yapabiliriz, fazla değil! Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre hocanın bahse konu yazısını önümüzdeki haftadan itibaren inşaallah detaylı olarak mercek altına alacağım.
Milli Gazete – 8 Ocak 2005