Soru: İsmiyle müsemma, malum-u aliniz olan profesör (Kurandaki İslamın müdafii) devr-i risalette, sahabe-i kiramın tebliğ için nereye gitseler mucizat-ı nebeviyye kabilinden, o yörenin dilini biliyorlardı ve ordaki ahaliye onların diliyle dini celili İslamı tebliğ ediyorlardı tarzında bize vasıl olan keramet-i sahabiyeyi inkar etmektedir. Oysa İmam-ı Celaleddin-i Suyutinin r.a. Hasaisul Kübrasında sahabenin bu kabil keramatı mezkurdur. Suyutiye itimat etmekle beraber, böyle bir kerametin olduğu konusunda Suyutinin içtihadi bir hatası olabilir mi, yani o prof .!!! haklı olabilir mi?
Cevap: İslam’ı tebliğ maksadıyla Efendimiz (s.a.v) tarafından yazılan mektupları götüren sahabîlerin, gönderildikleri yerlerde oraların diliyle konuştuğunu gösteren rivayetler mevcuttur. es-Süyûtî’nin el-Hasâisu’l-Kübrâ’sında yer verilen bu rivayetler, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtu’l-Kübrâ’sı ve daha başka eserlerden derlenmiştir.Ancak bu rivayetlerin her birinin senetleri bakımından ayrı ayrı değerlendirmeye alınması gerekir. Söz gelimi benim muttali olabildiklerim, bizzat Sahabe’den değil, Tabiun’dan gelmektedir; dolayısıyla mürseldir.Bunun yanında Sahabe’nin, gittikleri yabancı memleketlerde muhataplarıyla tercüman aracılığıyla iletişim kurduğunu gösteren tarihî kayıtlar da mevcuttur.Şu halde soruda zikri geçen durumun “mutlak doğru” olarak kabul edilmesi gerekmez; inkârı da (mucize ve kerametin aslını inkâr olmadıkça) kişinin itikadî durumunu tehlikeye düşürmez.
Soru: Ahkam bildiren hadislerin Resulullaha vahy ile geldiği malumunuzdur. Lakin aşağıdaki fezail-i eshab mevzuundaki hadislerinde vahy ile Resulullaha s.a.s geldiği söylenebilir mi, yoksa bu hadisleri, onları yakinen tanıdığı için kendisimi beyan etmiştir?
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ammar hangi meselede muhayyer bırakılmışsa mutlaka en doğrusunu seçmiştir.” Tirmizi, Menakıb, (3800).
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ammâr kıkırdaklarına kadar iman doldurulmuştur.” Nesai, İman 17, (8, 111).
Cevap: “Ahkâm hadisleri” kategorisine giren rivayetler, Din’in ibadat, muamelat ve ukubat kısımlarını belirlediği için bunların vahiy mahsulü olduğunu söylemek icmali olarak doğrudur. Sahabe’nin faziletleri ile ilgili rivayetlere gelince, bunlar arasında bir ayrım yapmak yanlış olmaz. Şeyle ki, bunlardan bir kısmı vahiy mahsulü olmak lazım gelirken, diğer bir kısmının böyle olmadığı söylenebilir.Söz gelimi bazı sahabîlerin Cennet’lik olduğunu ifade eden rivayetlerin vahiy mahsulü olması gerekir. Yukarıdaki türden rivayetler ise kişisel gözlemlere dayalı kanaatlerin ifadesi olarak kabul edilebilir.Soru: Sahabeden sanırım Kuzman ismindeki bir sahabi idi, savaşta katledilince ashab “cennetliktir” dedi, Resulullah ise “hayır o Allah için değil kahraman desinler diye çarpıştı, o yüzden şehit değildir” ve yine bir sahabi katledilince ashab “ehl-i necattır” dediler, yine Resulullah efendimiz “hayır o kamuya ait maldan cüzi bir kumaşı zimmetine nahak yere geçirmiştir, o ehl-i necat olamaz” buyurdu. Sahabenin hepsi ehl-i necat değil midir,sahabi nasıl kahraman desinler için cihat eder, sahabi nasıl kamu malına tecavüz eder, sahabi nasıl şehit olmaz. Bu ihtilafa ne dersiniz?Cevap: Bu ve benzeri rivayetler topluca ele alındığında şu söylenebilir: Rivayetlerin bir kısmında sahabî olarak görünen kimseler aslında münafıktır, onların iç yüzünü Efendimiz (s.a.v) bildiği halde daha önce açıklamamış, ancak bir olay meydana geldiğinde durumu izhar etmiş olabilir.Yine bu türlü rivayetlerin konusu olan şahıslar gerçekten iman etmiş, tekkik anlamıyla “sahabî” sıfatını hakkıyla haiz kimselerdir. Ancak beşer olmaları dolayısıyla hata işlemiş olabilirler.Ehl-i Sünnet itikadı, Peygamberler dışında hiç kimseye “ismet” sıfatı vermez ve masum olarak tanımaz. Hatta bilindiği gibi Peygamberler’den (hepsine salat ve selam olsun) bile “zelle” dediğimiz türden küçük hatalar sadır olmuştur.Şu halde Sahabe’yi masum ve günahsız görmek doğru değildir. Onlar da hata ve kusur ile maluldür; ancak bu durum onların “sahabîlik” vasfına halel getirmez, zire “sohbet” fazileti ayrı bir meseledir.
Milli Gazete – 30 Aralık 2004