- Ve nihayet Kur’an’ın “Sen, sana bu Kitab’ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir…”(28 Kasas/86) “İşte sana da buyruğumuzla Cebrail’i gönderdik; sen önceden Kitap nedir, iman nedir bilmezdin…”(42 Şura/52) gibi ayetler, Hz. Muhammed’in böyle bir olayı yaşadığını yalanlamaktadır. Çünkü böyle bir olayı yaşasaydı, en azından peygamber olacağına ilişkin bilgisi ve beklentisi olurdu. Kur’an ise, böyle bir bilgisinin ve beklentisinin olmadığını söylemektedir.
Önce Efendimiz (s.a.v)’in Kitap ve iman nedir bilmediğini ifade eden ayetten başlayalım: Bu ayet, Efendimiz (s.a.v)’in, geçmişinde ve kültüründe münzel kitap bilgisi ve sahih iman tecrübesi bulunmayan bir toplumun üyesi olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla kendisinde birtakım olağanüstülükler müşahede edilmesi, hatta kendisinin de bunların farkında olması, O’nun Kitap ve iman bilgisine sahip olmadığı gerçeğiyle çelişki teşkil etmez.
İlk ayete gelince “Ve mâ kunte tercû en yulkaa ileyke’l-Kitâbu illâ rahmeten min Rabbike…” ifadesinin şöyle anlaşılması da mümkündür: “Sen sana Kitab’ın, ancak Rabb’inden bir rahmet olarak vahyolunacağını umardın.”
Diyelim ki, Fahruddîn er-Râzî’nin de altını çizdiği bu anlam, ayetin zahir ve mütebadir anlamı değil, “ikincil” anlamıdır. Öyle de olsa, Efendimiz (s.a.v)’de bi’set öncesi müşahede edilen olağanüstülükler, O’nun Kur’an vahyine muhatap olacağını bire bir anlatan hususlar değildir ki, burada bir çelişkiden söz edilebilsin! Kendisine peygamberlik verilebileceği konusunda şu veya bu tarzda bir ön-bilgi/tahmin içinde olmak farklı şeydir, muhtevası hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığı Kur’an gibi bir kitabın kendisine indirileceği beklentisi içinde olmak daha farklıdır.
…
Rahip Bahira hadisesi üzerindeki soru işaretlerinin kıymet-i harbiyesini kısa kısa da olsa ele almaya çalıştığım bu seriyi uzattığımı düşünenler olabilir. (Konu üzerinde daha derinlemesine yapılacak bir çalışmada ortaya daha farklı izah ve boyutların konabileceği izahtan varestedir.)
Evet, bu meseleyi önemsiyorum. Zira Hadis ilmi, “rivayet” ve “dirayet” kısımlarıyla bütün bir sistemdir. Bu sistemin bir yerinde açılacak bir gedik, özellikle günümüzde Hadis sahasıyla başı hoş olmayanların oradan girerek bütün bir sistemi tartışma konusu yapmasına imkân verecektir. Nitekim modern zamanlarda gördüğümüz hadise de bundan başkası değildir.
Denebilir ki, bu rivayetin Hafız ez-Zehebî gibi bir Hadis ve Rical otoritesi tarafından tenkit edilmiş olması sisteme zarar vermiyorsa, bir başkasının tenkitleri niçin zarar versin? İşte asıl mesele burada! Geçmiş ulemanın tavrını örnek göstererek, onların yaptıklarını yıkmaya çalışanların bu yöntemine dikkat edilmelidir!
Hafız ez-Zehebî ya da onun gibi “içeriden” konuşanlar, bizzat bu sistemi temsil eden, bu binayı yükselten kimselerdir ve onların bu tür “cüz’î/noktasal” tenkitleri hiçbir zaman sistemi ve binayı yıkmaya yönelik olmamıştır. (Kaldı ki özel olayımızda ez-Zehebî’nin Rahib Bahira’yı Sahabe arasında saydığını görmüştük.)
Ama günümüzde sistemin kendisiyle problemli olanların bir-iki rivayet hakkındaki itirazları, söz konusu rivayetlerle sınırlı kalmamakta, daha temelde ve nihai olarak sistemin bütününü hedeflemektedir. İşin içine biraz “akıl oyunu”, bir-iki de ayet katıldığı zaman zaten karışmaya hazır olan kafalar hemen allak-bullak oluvermektedir. Meseleyi önemli kılan budur.
Milli Gazete – 29 Ekim 2007