Rahip Bahira olayının detaylarıyla ilgili itirazlara devam ediyoruz. En son “Ebû Tâlib bu olayı müşahede ettiği halde neden İslam’a girmedi?” sorusunda kalmıştık.
Evet, sadece bu olayı değil, Efendimiz (s.a.v)’in hak peygamber olduğunu gösteren daha başka hususları da müşahede ettiği ve O’nun tebliğinin hak olduğunu bildiği halde Ebû Tâlib’e İslam’la şereflenmek nasip olmamıştır. Meselenin detayları Hadis ve Siyer kaynaklarından okunabilir. Burada sadece şu kadarını söyleyelim: Ebû Tâlib’in iman etmemesi Efendimiz (s.a.v)’in davetinin hakikatinden şüphe duymasından değil, gururundan ve kendisine “dönek/korkak” denmesinden duyduğu endişedendir.
- Acaba bu muhteşem olayları görenlerin en azından Mekke’ye dönünce bütün halka olanları anlatması ve Rasulullah tebliğe başlayınca zaten kabule hazır olan büyük bir kitlenin birden İslam’ı kabul etmesi gerekmez miydi?
Burada da aynı yanlış lazım-melzum ilişkisi kuruluyor. Hz. İsa (a.s)’ın beşikteyken konuştuğunu aynel yakin gören Yahudiler’in iman etmemesinin izahı neyse, bu ve diğer mucizat-ı Ahmediyye’yi aynel yakin gören müşriklerin iman etmemesinin izahı da odur!
- Hz. Muhammed’den önce nice peygamberler geldi geçti, ama hiçbirine ağaçlar ve taşlar secdeye kapanmadığı, onları ağaçlar ve bulutlar gölgelendirmediği, çocuk yaşta peygamberliklerini kimse tanımadığı ve öldürmek için insanlar seferber olmadığı halde, neden Hz. Peygamber için bütün bunlar olmaktadır? Ağaçların, taşların, hayvanların bir insana secde etmesi tevhide ve Allah’ın sosyal yasalarına aykırı değil midir?
Bir peygamberin peygamberliğinin gerçekliği, diğer peygamberlerin gösterdiği mucizelerin aynısını göstermesine bağlı değildir! Kuşlar, rüzgâr ve sair varlıklar emrine amade kılınmak başka hiçbir peygambere nasip olmamıştır diye Hz. Süleyman (a.s)’ın bu mucizesini inkâr etmemiz mi gerekiyor?
Diğer peygamberler içinde çocuk yaşta peygamberliği tanınmayan (anlaşılmayan) birisi bulunmadığını söylemek de doğru değildir. Beşikte konuşan Hz. İsa (a.s) örneği bunun en açık delilidir.
Öte yandan, “çocuk yaşta peygamberliklerini kimse tanımadığı ve öldürmek için insanlar seferber olmadığı…” ifadesi peygamberler arasında, Peygamber olacağı önceden bilinen ya da tahmin edilen ve bu sebeple öldürülmek istenen kimse bulunmadığını anlatıyorsa bu da doğru değil. Firavun’un, İsrailoğulları’nın doğan her erkek çocuğunu öldürtmesi ya da Hz. Meryem (r.anha) validemizin, Hz. İsa (a.s)’ı dünyaya getirdikten sonra Filistin toprağını terk edip Mısır diyarına gitmesi ne sebeptendir?
Ağaçların, taşların, hayvanların bir insana secde etmesi tevhide ve Allah Teala’nın yasalarına aykırı olup olmaması meselesine gelince, buradaki “secde”nin nasıl bir secde olduğu çok önemlidir. Meleklerin, “Adem’e secde edin” emr-i ilahisine ittibaen Hz. Adem (a.s)’a secde etmesi Tevhid’e nasıl aykırı değilse, taş ve ağaçların bir peygambere secde etmesi de aynı şekilde aykırı değildir. Zira buradaki secde “ubudiyyet” (kulluk) secdesi değil, “tahiyyet” (selamlama) secdesidir. Üstelik taşların ve ağaçların secdesinin meleklerinkine kıyasla daha “sembolik” bir secde olarak (mesela selamlamak maksadıyla kıpırdanmak, yolundan çekilmek… vb. tarzında) izah edilmesi de pekala mümkündür.
Devam edecek.
Milli Gazete – 27 Ekim 2007