Soru: 1– “Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretlerinin Risale-i Nurları yırtıp attığı söyleniyor, aslı var mıdır? Kütüb-i diniyyenin tahkir edilmesi fıkıh kitaplarında elfaz-ı küfürden sayılmıştır. Arvasi hazretleri nasıl böyle bir tefsire bu fiili yapar?
2- Resulullah s.a.s. efendimiz bile siyasetten içtinab etmemiştir, Said Nursi neden siyasetten uzak durmuştur?
3- Eimme-i isna aşeriyye ehl-i sünnet midir?
Cevap: 1. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Risale-i Nurlar hakkında, soruda ifade edilen tavrı gösterdiği konusunda herhangi bir bilgiye sahip değilim. Soru sahibi kardeşim bu bilgiyi nereden aldığını iletirse konuyu tahkik etmek isterim.
Kütüb-i Diniye’nin (dinî kitapların) tahkir edilmesi, 20 Mayıs tarihli yazıda da işaret ettiğim gibi, delalet ettikleri merciin hürmete şayan olması dolayısıyla son derece tehlikelidir. Dolayısıyla böyle bir hareketin ondan sadır olduğunu söylemek için kesin delillere ihtiyaç bulunduğu açıktır.
- Said Nursî merhumun, hayatı boyunca büyük baskı ve tazyiklere maruz kaldığı malumdur. Dönemin şartları içinde ilkelerine bağlı kalarak siyaset yapmanın zorluğu, hatta imkânsızlığı da öyle. Böyle bir ortamda “mevcut siyasi mekanizma içinde yer almak” anlamındaki siyasetten uzak durmuş olması anlaşılabilir bir husustur.
Ancak kanaatime göre onun “siyasetten uzak durma” tavrı, bağlısı olduklarını söyleyenler tarafından bir yandan “dar anlamda siyasetten uzak durmak” olarak yorumlanırken, diğer yandan bu yoruma bile sadık kalınmamıştır. Bu kesimin, yıllardır dar anlamda siyasetin hiçbir zaman uzağında olmadığı ve bir takım siyasi partileri kitle halinde desteklediği herkesin malumudur.
Said Nursi‘nin, yukarıda ifade etmeye çalıştığım –dar– anlamda siyasetten uzak durmayı tercih etmiş olmakla birlikte, “geniş anlamda” siyasetin tam merkezinde yer aldığını söylemek abartı olmasa gerektir. Bu ikinci anlamıyla siyaset ancak, rıza-i ilahiye uygun bir hayatın en temelde “sahici bir iman” ile mümkün olduğunun bilinciyle ve dahi dar anlamda siyasetin sınırlarını çok aşan bir projeksiyon ile mümkündür. Said Nursî‘nin de, Süleyman Hilmi Tunahan merhumun da yapmaya çalıştığı tam olarak budur.
- Eimme-i İsnâ Aşer, bilindiği gibi “Hz. Peygamber (s.a.v)’in pak soyundan gelen on iki imam” anlamındadır. Şia‘nın “İsnâ Aşeriyye” kolu da adını buradan almıştır. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali (Zeynelâbidîn), Muhammed el-Bâkır, Ca’fer es-Sâdık, Musa el-Kâzım, Ali er-Rıdâ, Muhammed et-Takî, Ali en-Nakî, Hasan el-Askerî ve Muhammed el-Mehdî şeklinde sıralanan silsileyi teşkil eden on iki imam, babadan oğla tevarüs edilen bir özellik (masumluk) ile Şia inancının en merkezî unsurlarından birisini oluşturur.
Şiiler, 12. imam olan Mehdi ile ilgili olarak, biri 260/873-329/940 yılları arasındaki (69 yıl) “küçük gaybubet” dönemi, diğeri de kıyamete yakın zuhur edeceği döneme kadar devam edecek olan “büyük gaybubet” dönemi olmak üzere iki gaybubet dönemine inanır.
Bu silsilenin fazileti hakkında Ehl-i Sünnet ile Şia arasında herhangi bir ihtilaf bulunmadığını söyleyebiliriz. Sadece 12. imam bunun istisnasıdır. Ehl-i Sünnet inancına göre, evet, kıyamete yakın Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan bir Mehdi gelecektir; ancak onun, Şia inancındaki gaib imam Muhammed el-Mehdî ile bir ilgisi yoktur.
Bir diğer ifadeyle Ehl-i Sünnet, Hasan el-Askerî‘nin Muhammed el-Mehdî isimli bir oğlu olmadığını, olsa bile küçük yaşta vefat ettiğini, kıyamete yakın ortaya çıkacak olan Mehdi‘nin –hadislerde de bildirildiği gibi–, ismi Muhammed, babasının ismi Abdullah olarak her çocuk gibi normal şartlar altında doğup büyüyecek birisi olacağını söylerken Şia, Muhammed el-Mehdî‘nin 5 yaşından sonra küçük gaybubete çekildiğini, bu dönem içinde çok özel kimselerin kendisiyle görüştüğünü ve –yukarıda da söylediğim gibi– 329/940 yılından sonra kıyamete yakın tekrar ortaya çıkmak üzere “büyük gaybubet“e çekildiğini söyler.
Hatta Hasan el-Askerî‘nin, geride erkek evlat bırakmadan vefat etmiş olması sebebiyle Şiiler‘in on beş fırkaya ayrıldığını bizzat kimi Şii kaynaklar zikretmektedir. (Sa’d b. Abdillah el-Kummî, “el-Makâlât ve’l-Fırak“, 102) Bu fırkalar içinde, Hasan el-Askerî‘nin ölmediğini, geçici bir süre gaybete girdiğini ve Mehdi olarak tekrar geri geleceğini söyleyenler yanında, onun öldüğünü, ancak Mehdi olarak tekrar hayata döndürüleceğini söyleyenler de olmuştur.
Bunun yanında, Hasan el-Askerî‘nin, ölümünden bir süre önce Rum veya zenci asıllı bir cariyeden Muhammed el-Mehdî isimli bir oğlunun dünyaya geldiğini söyleyen Şii kaynaklar zamanla daha da yaygınlaşmış, yukarıda sözü edilen fırkalar da zaman içinde ortadan kalkmıştır.
Milli Gazete – 29 Mayıs 2004