İki Hadis-2

Ebubekir Sifil2011, 2011 Yılı, Gazete Yazıları, Haziran 2011, Haziran Ayı 2011 OS, Okuyucu Soruları

İbnu’l-Cevzî, el-Mevdû’ât’ında Sa’lebe b. Abdirrahman (r.a) hakkındaki bu rivayete hususi bir babda yer vermiş ve yaklaşık 2 sayfa tutan bir rivayeti zikrettikten sonra şu noktalara dikkatimizi çekmiştir:

  1. Rivayette Sa’lebe’nin şiddetli teessür ve pişmanlığı üzerine “Rabbin ne seni terk etti, ne de sana darıldı” (93/ed-Duhâ, 3) ayetinin indiği zikrediliyor. Oysa olay Medine’de geçtiği halde bu ayet Mekke’de nazil olmuştur.
  2. Sahabe arasında “Düfâfe” isimli birisi mevcut değildir.[1]Hz. Ömer ve Selmân (r.anhumâ)’ın  dağda rastlayıp Sa’lebe (r.a)’ın yerini öğrendikleri çoban.
  3. Rivayetin senedinde bulunan el-Münkedir, Süleym b. Mansûr ve Ebû Bekr el-Müfîd zayıf ravilerdir.
  4. Bu rivayeti Ebû Abdirrahmân es-Sülemî de dedesi İsmail b. Necîd kanalıyla Ebû Abdillah Muhammed b. İbrahim el-Abdî’nin Süleym (b. Mansûr)’den nakli olarak aktarmıştır ki, adı geçenlerin hiçbirisi rivayetleri delil olarak kullanılabilecek kimseler değildir.[2]İbnu’l-Cevzî, el-Mevdû’ât, III, 121 vd.

İmam es-Süyûtî de bu rivayeti zikrettikten sonra “uydurma” olduğunu tasrih eder ve İbnu’l-Cevzî’nin yukarıda aktardığım tesbitlerini aynen tekrarlar. Arkasından bu rivayeti el-Harâitî’nin de naklettiğini belirtir ve sadece onun senedini zikrederek sözlerini sonlandırır.[3]İbn Arrâk da bu bilgileri tekrarladıktan sonra rivayetin “uydurma” değil, “zayıf” olduğunu söylemeyi tercih eder. Bkz. Tenzîhu’ş-Şerî’a, II, 283 vd. el-Harâitî’nin senedinde de –yukarıda adı geçen– el-Münkedir ve Süleym b. Mansûr bulunmaktadır ki, durumları hakkında bilgi vermiştim.

Bütün bunların hasılası şudur: Söz konusu Sa’lebe rivayeti güvenilebilecek bir rivayet değildir. Senedinde ve metninde birçok kusur vardır.

Bu rivayet hakkında sadece “uydurmadır” veya “zayıftır” deyip geçmek mümkün olduğu halde sözü bu kadar uzatmamın iki sebebi var:

  1. Birtakım internet sitelerinde bu rivayetin sahihmiş gibi nakledilmesi. Üstelik de Sa’bele (r.a) hakkında “cihada giden mü’min kardeşinin karısına aşık oldu” gibi asılsız ithamların yapılması ve kendisinden “aşk şehidi” gibi saçma sapan nitelemelerle bahsedilmesi. Meselenin bu kadar sulandırılması aynı zamanda zihniyetimizdeki çözülmeyi de ele vermesi bakımından manidardır. Ülkemizde 80’lerin ortalarından itibaren sol kesimin, ideolojilerinin cazibesini yitirmesi üzerine parayı ve cinselliğe dayalı “aşk”ı keşfetmesini çağrıştırır biçimde “İslamî kesim”in de bu tarz bir çözülmeyle maddiyatı ve “aşk”ı keşf etmesi gibi bir durum bahis konusu. Özellikle gençlerin bu noktada müteyakkız olması gerekiyor.
  2. Yine birtakım internet sitelerinde bu rivayetten “Kaynaklarda geçmemektedir, senedi bilinmemektedir, kimin naklettiği belli değildir” gibi yüzeysel ve gerçeği yansıtmayan değerlendirmelerle bahsedilmesi.

Oysa –görüldüğü gibi– kaynaklarda zikredilmektedir ve Hadis uleması, onun durumunu alabildiğine açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumu vesile edinerek bir kere daha vurgulamış olalım: İnternet sitelerini esas alarak ilmî araştırma yapılmayacağı gibi, herhangi bir İslamî mesele hakkında hüküm de verilemez! Bundan şiddetle sakınmak gerekir…

Belki bu rivayet üzerinde dururken metnini de tam olarak vermekte fayda vardı. Böylece zaten uydurma olan bir rivayetin bir kere daha nasıl ibretamiz bir şekilde üretildiği açıkça görülmüş olurdu.

Ancak rivayetin birkaç versiyonu var ve hemen her birinin orijinali 2’şer sayfa yer tutuyor. Bu durumda birkaç haftamızı sadece rivayetin zikrine tahsis etmemiz gerekecekti. Bunu yapmaktansa metnin ana unsurlarını zikrederek sened ve metindeki arızalara dikkat çekmekle yetindim. İsteyenler belirttiğim kaynaklara başvurarak rivayetin orijinalini görebilirler.

Devam edecek.

Milli Gazete – 26 Haziran 2011

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Hz. Ömer ve Selmân (r.anhumâ)’ın  dağda rastlayıp Sa’lebe (r.a)’ın yerini öğrendikleri çoban.
2 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdû’ât, III, 121 vd.
3 İbn Arrâk da bu bilgileri tekrarladıktan sonra rivayetin “uydurma” değil, “zayıf” olduğunu söylemeyi tercih eder. Bkz. Tenzîhu’ş-Şerî’a, II, 283 vd.