Bir önceki yazıyı şu cümlelerle bitirmiştik: “… İmam Ebû Dâvud bu rivayeti zikrettikten sonra, seneddeki bir inceliğe dikkatimizi çeker: Ravilerden sadece Ahmed b. Sa’îd, bu hadisi hocaları Vehb b. Cerîr’in kendisinden değil, ona ait yazılı bir nüshadan naklettiklerini söyler ve senedi, “Vehb b. Cerîr, babası, Muhammed b. İshak, Ya’kub b. Utbe…” şeklinde verir. Ebû Dâvud’un Ahmed b. Sa’îd dışında bu hadisi aktardığı hocaları Abdüla’lâ b. Hammâd, Muhammed b. el-Müsennâ ve Muhammed b. Beşşâr ise sanki doğrudan Vehb b. Cerîr’in kendisinden, onun Ya’kub b. Utbe, Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr’den rivayeti olarak aktarmışlardır.
“Ebû Dâvud bu noktaya dikkatimizi çektikten sonra, rivayeti yazılı nüshadan nakleden Ahmed b. Sa’îd’in naklinin sahih olduğunu söyler. Bunun ne anlama geldiğini bir sonraki yazıda görelim…”
Önce yukarıda geçen ifadede küçük bir düzeltme yapalım. İlk paragrafta yer alan, “… Vehb b. Cerîr’in kendisinden, onun Ya’kub b. Utbe, Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr’den rivayeti olarak aktarmışlardır” cümlesi şöyle olacak: ” Vehb b. Cerîr’in kendisinden, babası, Muhammed b. İshak, Ya’kub b. Utbe, Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr’den rivayeti olarak aktarmışlardır.”
İmam Ebû Dâvud’un dikkatimizi çektiği teknik ayrıntıya gelince, senedde adı geçen hocaları Abdüla’lâ b. Hammâd, Muhammed b. el-Müsennâ ve Muhammed b. Beşşâr, sadece bu rivayeti doğrudan Vehb b. Cerîr’in kendisinden işittikleri izlenimini verecek bir ifade kullanmakla kalmamış, aynı zamanda senedin daha yukarısında yer alan “Ya’kub b. Utbe ve Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr’in ikisinden de aynı anda aktarım yapılmış gibi bir ifade kullanmışlardır. Oysa doğrusu, rivayetin, Ya’kub b. Utbe’nin Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr’den nakli olarak geldiğini belirten lafızdır.
Bu rivayetle ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer husus, Muhammed b. İshak’ın, kendisinden bu rivayeti aktardığı Ya’kub b. Utbe’den bizzat işittiğini ortaya koyan bir ifade kullanmamış olmasıdır.
Bazı raviler, rivayet aldıkları hocaları zayıf bulunmuş kimseler olduğu için onların adını açıkça zikretmek yerine ya hiç zikretmez veya çok tanınmayan/bilinmeyen bir künyesiyle zikreder. Böylece onun durumunu bilmeyen kimseler, rivayetin senedindeki zayıf ravinin varlığını fark edemeyebilir. Bu duruma “tedlis” deniyor. Hadis tenkitçileri, tedlis yapan (müdellis) raviler, rivayeti aktardıkları hocalarından bizzat işittiklerini gösteren bir ifade kullanmadıkça onların rivayetine güvenilemeyeceğini belirtmişlerdir.
Bahsimizin konusunu teşkil eden rivayeti İbn İshak, Ya’kub b. Utbe’den bizzat işittiğini anlatan bir ifade kullanmamıştır. Dolayısıyla bu rivayete güvenip muhtevasını sahih kabul etmek doğru değildir.
Acaba bu rivayetin tek senedi bu mudur?
Avnu’l-Ma’bûd sahibinin nakline göre Ebû Bekr el-Bezzâr, bu hadisin İbn İshak dışında başka bir ravi kanalıyla nakledildiğinin bilinmediğini açıkça belirtmiştir.[1]el-Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, XIII, 17.
ez-Zehebî de “etîtu’l-Arş” rivayetini İbn İshak’ta birleşen birkaç senedle zikrettikten ve her birinin senedindeki zaafa değindikten sonra genel bir değerlendirme yapar ve şöyle der: “Bu, cidden garib, ferd bir rivayettir. İbn İshak (ancak) Megazi konusunda –rivayetleri kesintisiz bir isnadla verdiği zaman– hüccettir. Onun münker ve acaip rivayetleri vardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bu rivayette nakledilen sözü söylemiş midir söylememiş midir, Allah bilir. (…) Öte yandan, “etît/inleme” konusunda sabit bir nass gelmiş değildir.
“Bu hadisler konusundaki tavrımız şudur: Bu hadislerden sahih olanlara ve Selef’in, zahiri üzere kabul ve ikrar edilmesi konusunda ittifak ettiği ettiklerine inanırız. İsnadında tartışma bulunan veya ulemanın gerek kabulünde ve gerekse tevilinde ihtilaf ettiği rivayetlere gelince, bu türlü rivayetlerin takririyle iştigal etmeyiz. Aksine bu türlü rivayetleri, konuyla ilgili rivayetler cümlesinden olarak nakil ve durumunu beyan etmekle yetiniriz…”[2]ez-Zehebî, el-Uluvv, I, 415-6.
Ondan önce de bu rivayetin zayıf olduğunu söyleyen ulema olmuştur. Mesela el-Beyhakî bunlardandır.[3]Bkz. el-Esmâ ve’s-Sıfât, 418-9.
Dolayısıyla bu rivayetin zayıf olduğu –İbn Teymiyye[4]İbn Teymiyye, Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, III, 254 vd. ve İbnu’l-Kayyım[5]İbnu’l-Kayyım, Tehzîbu Süneni Ebî Dâvud (el-Münzirî’nin Muhtasar’ı ve el-Hattâbî’nin Me’âlim’i ile birlikte), VII, 94 vd. Ayrıca bkz. … Continue reading aksini savunmuş olsa da– açıktır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 17 Nisan 2011
Kaynakça/Dipnot
↑1 | el-Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, XIII, 17. |
---|---|
↑2 | ez-Zehebî, el-Uluvv, I, 415-6. |
↑3 | Bkz. el-Esmâ ve’s-Sıfât, 418-9. |
↑4 | İbn Teymiyye, Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, III, 254 vd. |
↑5 | İbnu’l-Kayyım, Tehzîbu Süneni Ebî Dâvud (el-Münzirî’nin Muhtasar’ı ve el-Hattâbî’nin Me’âlim’i ile birlikte), VII, 94 vd. Ayrıca bkz. es-Seyfu’s-Sakîl ve tekmilesi, 124. |