Cariyelik ve kölelik meselesi, modern zamanlarda adeta bir utanç vesilesi gibi karşılanan hususların başında geliyor. Müslümanlar kendi inançlarından, kaynaklarından, geçmişlerinden… hasılı “kimliklerinden” öylesine uzaklaştırılmış, öylesine yabancılaştırılmış durumda ki, herhangi bir “çağdaş” mahfil tarafından tenkit bağlamında gündeme getirilen herhangi İslamî bir meseleyi refleksif olarak “geçmişi suçlama” psikolojisiyle karşılıyoruz! İnsaflı gayrimüslimlerin gösterdiği sağduyu ve tarafsızlığı biz kendi geçmişimize ve kimlik unsurlarımıza gösteremiyoruz. Hakikat ne yazık ki bu!
Endonezya ve Cava’da 17 yıl devlet görevlisi olarak çalışmış, bir ara Müslüman ismi alarak Mekke ve Medine’ye de giderek bir süre kalmış bulunan ünlü Hollandalı müsteşrik (İslam bilimcisi) Snouck Hurgronje, Haremeyn izlenimlerini bilahare kayda geçirdiği eserinde şöyle diyor: “Avrupalılar İslam’da esaret (kölelik) hakkında Amerika ile şarktaki (doğudaki) şartları birbirine karıştırmaktan dolayı hatalı hükümler vermişlerdir. Bundan dolayı İngilizler’in esir (köle) ticaretini men için koydukları nizamlar hakkındaki sitayişler (övgüler) pek yerinde değildir. (…) Bugünkü şartlar içinde onlar için esir (köle) olmak bir saadettir. Denemek için kendilerine, benimle birlikte yurtlarına dönmelerini teklif ettiğim esirlerin (kölelerin) hemen hepsi, bu teklifimi, ancak kendilerini tekrar Mekke’ye getirmem şartı ile kabul ediyorlardı.”[1]İslam Ansiklopedisi, MEB, 1/113.
Bir başka müsteşrik de şunları söylüyor: “Arabistan’da esirlerin (kölelerin) vaziyeti daima tahammül edilemeyecek gibi değildir ve kendisi ekseriyetle mes’uttur. (…) Arabistan yaylalarında –ki oralarda yalnız hali vakti yerinde olanlar esir (köle) sahibidir–, hayır sahipleri azatlı köle ve cariyeler evlendirir ve kendi mallarından onlara ya deve veya hurma ağacı gibi şeyler verirler. Bu Afrikalıların gönüllerinde esir (köle) edildiklerinden dolayı hiçbir kin yoktur. (…) Allah onlara felaketlerinde lütfetmiştir. Onlar, “Bu, Allah’ın lütfudur” diyebilirler. (…) Esirlerin yeni vatanları onlara eskisinden daha güzel görünür. Orada onlar Allah’ın hür kullarıdır. Orası onlar için daha yüksek bir medeniyet diyarıdır. Bu cihetle, esarete düştüklerinden dolayı Allah’a şükrederler.”[2]İslam Ansiklopedisi, MEB, 1/114.
Kendi geçmişimiz ve kimlik unsurlarımız hakkında vicdan ve insaf sahibi gayrimüslimlerin gösterdiği tarafsızlığı gösterememek… Evet, asıl utanılması gereken nokta budur. Yukarıda iki müsteşrikten “kölelik” konusunda aktardığım ifadeler, aynıyla “cariyelik” için de geçerlidir. Zira cariyelik, hukuki bir statü olarak kölelikten başka bir şey değildir; cariye, kadın köledir.
Cariyenin efendisiyle arasındaki ilişki tarzını düzenleyen belli kaideler, hükümler vardır. Hiçbir cariye sahibi, cariyesi üzerinde “lâ yüs’el” derecede bir egemenliğe sahip değildir. Bilhassa Batı etkisiyle oluşmuş önyargılar “cariye” deyince, “odalık”, “kapatma”… gibi çağrışımlar eşliğinde devreye girse de, yukarıda Hurgronje’den yaptığım nakil bu noktadaki yanılgıyı açık seçik ortaya koymaktadır.
İslam’da iki türlü cariyelik vardır: Hizmetçi ve efendisinin istifraş hakkına sahip bulunduğu cariyeler.
Birinci gruptakiler, bilhassa efendilerinin günlük hizmetlerini gören cariyelerdir. Bunlarla, efendileri dahil hiç kimsenin cinsel ilişkide bulunma hakkı ve serbestisi yoktur. Zira bunlar efendilerinin izniyle başka birisiyle evlidirler. Efendinin, evlenmek isteyen cariyeyi bundan men etme hakkı var mıdır? Ebussuud Efendi’nin verdiği bir fetva, cariyesini kasıtlı olarak evlenmekten men eden bir efendinin bu tasarrufunun mahkeme tarafından iptal edileceğini göstermektedir.[3]Bkz. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı’da Harem, 155.
Devam edecek.
Milli Gazete – 16 Mayıs 2010