3/Âl-i İmrân, 7. ayeti üzerinde durmaya devam ediyoruz. Bu ayette geçen “muhkemat”, “müteşabihat” ve “tevil” kavramlarının ne anlattığı netleştirilmeden ayetten muradın ne olduğunu anlamak mümkün olmaz demiştik. Kısaca bunları görelim:
- Muhkemat: Ayet, bunların “Kitab’ın anası/esası” olduğunu bildiriyor. Öyleyse “Kitab’ı anlama” faaliyetinin bunları merkeze alması zorunludur. Ne var ki mesele bu noktanın anlaşılmasıyla bitmiyor. “Muhkem” kavramının ne anlattığı üzerinde yoğunlaşmak durumundayız.
Terminolojide “muhkem”, kendisiyle ne kastedildiği açık ve manaya delaleti kat’i olan, başka bir anlama ihtimali bulunmayan ifadedir. Bu kategoride yer alan lafızlar kendi aralarında 4 gruba ayrılır ki, delalette zayıftan kuvvetliye doğru sırasıyla şunlardır: Zahir, nass, müfesser ve –hususi/dar anlamıyla– muhkem.
Tafsilatı Usul-i Fıkıh kitaplarında görülebilecek bu kategorilerden her birinin, vuzuh ve delalette farklı bir yeri ve birbirleriyle çeşitli açılardan münasebeti vardır.
- Müteşabihat: Bu kategoride yer alan ayetler, ancak muhkemat merkeze alınarak anlaşılabilir. Zira bunlardan muradın ne olduğu ilk bakışta anlaşılmaz. Bu kategoride yer alan ayetler de –muhkematta olduğu gibi– 4 gruptur: Hafi, müşkil, mücmel ve –hususi/dar anlamıyla– müteşabih.
Müteşabihat için ayrıca, “lafız cihetinden”, “mana cihetinden” ve “hem lafız hem de mana cihetinden” müteşabih olmak üzere ayrı bir taksim daha söz konusudur.
Ebû Hayyân’ın el-Bahru’l-Muhît’i gibi eserlerde, “muhkem” ve “müteşabih” kavramlarının ne anlattığı konusunda ulemadan yapılan uzun uzadıya nakillerden ve ihtilaflı tariflerden sarf-ı nazar ederek verdiğim bu açıklamadan günümüze bir pencere açacak olursak şunu göreceğiz:
Kur’an’ın “apaçık bir kitap” olduğu söyleminden yola çıktığı halde, ayetler hakkında “bana göre bu ayet şunu anlatıyor”, “benim kanaatim bu ayetin yorumunun şöyle olduğu şeklindedir”… tarzındaki sübjektif yaklaşımlarla ahkâm kesenler, “anlamın buharlaşması”ndan başka bir şeye hizmet etmiyor! Hatta sadece bu değil; muhkem müteşabih demeden her bir ayet üzerinde aynı “serbestiyet” içinde sarf-ı kelam edilebileceğini düşünmek, Kelam-ı İlahi’nin tahrifine giden yola ilk adımı atmak demektir.
Söz gelimi, Ehl-i Kitab’ın akıbeti konusunda Kur’an-ı Kerim’de mevcut onlarca muhkem ayeti bir kenara bırakarak, 2/el-Bakara 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetlerini –ki mücmel olmakla genel anlamıyla müteşabihata dahildirler– hükme medar kılmak, bu kabil bir gaflet veya cehaletin yol açtığı tahriften başka bir anlam ifade etmez! Ehl-i Kitab’ı cennete buyur edenler, farkında olarak veya olmayarak müteşabihatı merkeze alan bir tevil arayışıyla onlarca muhkem ayetin hükmünü berhava etmekte, dolayısıyla sadedinde bulunduğumuz ayette anlatılan kimseler zümresine iltihak etmiş olmaktadırlar!..
Konuya dönecek olursak;
- Burada dikkatimizi çeken 3. unsur da tevildir. Herhangi bir şeyi, varacağı hedefe vardırmak anlamına gelen tevil kelimesinin bu ayetteki kullanılışı gerçekten dikkat çekicidir. Ayette, kalbinde eğrilik bulunan kimselerin “fitne çıkarmak ve müteşabihatın tevilinin peşine düşmek” gibi bir maksatla hareket ettiği vurgulanmaktadır. Bu durumda müteşabihatın tevilinin peşine düşmenin kınanan bir tutum olduğu aşikârdır.
Bununla birlikte müfessirler, ilimde rüsuh sahibi olanların tevil faaliyeti ile iştigal edip etmeyeceği konusunda ihtilaf etmiştir. Hasılası şudur: Yukarıda 2. sırada zikrettiğim müteşabihat içinde dar/hususi anlamdaki müteşabihin veya hem lafız hem mana itibariyle müteşabih olan ayetlerin hakiki anlamına nüfuz etmek mümkün değildir. Bunun dışındaki müteşabihler, muhkemata arz edilmek suretiyle anlaşılabilir ve onların bildirdiği istikamette tevil olunabilir.
Devam edecek.
Milli Gazete – 7 Mart 2010