Bir önceki yazıda söylenenlerden ortaya çıkmış olmalıdır ki, “müziğin her türlüsü her hal-u kârda haramdır” şeklinde mutlak bir hüküm vermeden önce meseleyi bütün boyutlarıyla dikkate almak durumundayız. Müziği icra edene, icra edildiği ortama, besteye, güfteye ve dinleyene göre hükmün değiştiğini gösteren en önemli nokta, meselenin Fukaha arasında enikonu bir ihtilafa medar olmasıdır.
Merhum Ahmed Davudoğlu hoca, müzik dinlemenin dört mezhebe göre hükmünü Sahîhu Müslim‘e yazdığı şerhte[1]Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, V, 33 vd. oldukça güzel bir şekilde özetlemiştir. Buna göre mezheplerin konu hakkındaki hükümleri şöyledir:
Hanefîler’e göre: Haram olan teganni, sağ olan muayyen bir kadını tavsif, içkiyi ve meyhaneleri meth, müslümanı hiciv gibi gayri meşru hususları anlatan şiirleri yanık sesle okumaktır…
Şafiiler’e göre: İmam eş-Şâfi’î‘nin şarkı okumayı kerih (çirkin) gördüğü nakledilmişse de, İmam el-Gazzâlî bu rivayeti batıla benzetmiş, söz konusu hükümle, sadece müziğin yasak olan kısmını kasdettiğini söylemiştir.
Mâlikîler’e göre: İmam el-Gazzâlî‘nin naklettiğine göre İmam eş-Şâfi’î, “Ben Hicaz ulemasından, şarkı söylemeyi kerih gören kimse bilmiyorum” demiştir. Özellikle nikâhı ilan etmek için kullanılan def, davul, kaval, zurna gibi müzik aletleri, lehviyyat (günaha kaçan eğlence) sınırına vardırmamak şartıyla kullanılabilir.
Hanbelîler’e göre: Ud, keman, davul, zurna gibi şeyler haramdır. B:u aletlerden birinin bulunduğu bir düğüne davet edilen kimsenin, bu davete icabet etmesi mübah değildir.
Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler, İmam el-Gazzâlî‘nin İhyâ’sı[2]İhyâu Ulûmi’d-Dîn, II, 266 vd. ile es-Sühreverdî‘nin Avârif‘ine[3]Avârifu’l-Ma’ârif, 173 vd.; Krş. Dr. Dilaver Selvi çevirisi, 219 vd. bakabilirler…
Okuyucu sorusunda hakkında bilgi istenen hadise gelince, İmam el-Gazzâlî‘nin adı geçen eserindeki hadislerin tahricini yapmış olan Hadis hafızı el-Irâkî bu rivayetin, “Ebu’ş-Şeyh” diye bilinen Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ca’fer el-İsbehânî tarafından Tabiun‘dan Mekhûl‘ün mürsel rivayeti olarak aktarıldığını söylemiştir.[4]Bkz. el-Muğnî (İhyâ ile birlikte), II, 269. Eğer benim muttali olamadığım bir başka tariki yok ise, bu, söz konusu rivayetin zayıf olduğunun, dolayısıyla delil olarak kullanılmaya elverişli olmadığının ifadesidir…
Sonuç olarak, iletişim vasıtalarının hayatı bütünüyle kuşattığı bir zaman diliminde müzik, bu vasıtaları kullanarak istesek de istemesek de bize kendisini –tıpkı “teknolojinin kendisi gibi– “dayatıyor”. Bunun tabii bir sonucu olarak her yaş grubu, sosyal sınıf, toplumsal tabaka… ne derseniz deyin, kendi kültürünü ve müziğini üretiyor.
Yediden yetmişe büyük bir beğeniyle izlediğimiz “Çağrı“, “Ömer Muhtar“… gibi filmleri (şu anda aklıma bunlar geldiği için bunları zikrediyorum, örnekler çoğaltılabilir) özel olarak bestelenmiş müzikleri olmadan bu kadar sevebilir miydik? Bu sorunun cevabının büyük çoğunlukla olumsuz olacağını kestirmek zor değil.
Halk Müziği formunda olsun, Sanat Müziği formunda olsun bizim öz kültürümüzü ve İslamî hassasiyetlerimizi yansıtan parçalara ve bunları icra edenlere bigâne kalmak, bu sahayı ve özellikle de yeni yetişen nesilleri yabancı kültür, ideoloji ve hayat tarzlarını yansıtan müzik “idol”lerinin ve onları piyasaya pompalayanların eline terk etmek demektir. “Bu piyasadan bize ne?” deme lüksümüz yok! Zira ne yaparsak yapalım bizler de, çocuklarımız da sokağa, medyaya ve yaşadığımız çevreye şu veya bu oranda “maruz” durumdayız…
Milli Gazete – 27 Kasım 2005