Soru: 1. “Yeryüzünün dönmediği ve sabit olduğu konusunda Ehl-i Sünnet‘in icmaı hasıl olmuştur” deniyor, doğru mudur. Ehl-i Sünnet böyle bir icmada bulunmuş mudur? Bu icma bilime aykırı değil midir, ilme muhalif icma olur mu?
- Kur’an “Allah’a ve Resulüne itaat ediniz” der. Yani Allah‘a ve Resul‘e itaat etmek farzdır.değil mi? Peki Resul‘e itaat gereği bir müslim sakal uzatsa, o zaman bu itaat farz oluyor, halbuki sakal sünnet değil mi? Misal misvak da sünnettir, Resulümüz istimal ettiği için biz de istimal ederiz; sünnettir. Lakin bu itaat ayetine göre Resul‘e itaat farz olduğuna göre, o zaman misvak istimali de farz olmuyor mu? Bu ayrımı nasıl anlamamız gerekir? Yoksa Resul‘e a.s. bazı konularda itaat farz, bazılarında sünnet midir? Bunu nasıl tefrik edeceğiz?
- Kur’an‘ın emirleri farz, yasakları haramdır. Peki sünnetle farz olan veya haram olan bir hüküm var mıdır? Yani bir şeyin haramlığı veya farziyyeti sünnetle sabit olur mu, yoksa sünnetin hüküm beyan ettiği mevzular sünnet veya mekruh mudur?
- Bazı ahkam için “bu içtihadi haramdır” deniyor, fakat başka bir müçtehide göre aynı mesele haram olmuyor. Üzerinde ittifak hasıl olmadığı için bir müçtehidin haram dediği bir hükmün haramlığını inkar küfür müdür? Değilse ittifak olmadığı için mi küfür değildir?
- Bir hükmün farz veya haram olduğunda bütün müçtehitler müttefik ise bu hüküm icma mı olur? Ve bu icmaı inkar eden tekfir edilir mi?
- Maliki‘de Subhaneke‘yi kıraat etmek mekruhtur deniyor, doğru mudur?
- Bira, rakı vs. hamr dışındaki müskiratın Kur’an‘da sarahaten haramlığı beyan edilmemektedir. Dolayısıyla “bunların haramlığı Kur’an‘la değil, Sünnet‘le sabittir denir mi” veya “Sünnet‘le değil içtihadın bir dalı olan kıyasla mı haramdır” denir? Bunların muharrematı Kur’an‘la sabit değilse, Sünnet veya içtihadi haram iseler, bunların haramlığını da inkar küfrü gerektiri mi? Yani bir hükmün haramlığını inkar edenin küfre düşmesi için, o hükmün haramlığının Kur’an‘la sabit olması elzem midir? Yoksa Sünnet veya içtihatla sabit olan bir farz veya haramı inkar da küfrü gerektirir mi?
Cevap: 1. Bu meseleye Abdülkahir el-Bağdâdî‘nin eserlerinde rastlıyoruz. O, “el-Fark Beyne’l-Fırak” adlı eserinde (198-9) dünyanın sükûn halinde bulunduğunu ve hareketsiz olduğunu Ehl-i Sünnet‘in üzerinde birleştiği görüşler arasında zikrederken, “Usûlü’d-Dîn“de (60) şöyle der: “Bu mesele (dinler ve itikadî gruplar arasında) ihtilaflıdır. Müslümanlar ve Ehl-i Kitap, dünyanın durduğu, sükûn halinde olduğu ve onun hareketinin ancak kendisine isabet eden bir zelzeleyle vuku bulduğu konusunda görüş birliği içindedir. Aralarında Eflatun, Aristoteles, Batlamyus ve Oklides‘in de bulunduğu bir grup felsefeci de bu görüştedir…”
Şu halde dünyanın hareketsiz durduğu görüşü, sadece Ehl-i Sünnet‘in değil, Müslümanlar‘ın tümünün ve hatta bir kısım felsefecilerle Ehl-i Kitab‘ın üzerinde birleştiği bir görüş olarak, belli bir dönemin bilimsel kanaati tarzında görülmelidir ve temel itikadî meselelerden olmadığının altı çizilmelidir.
Bir terim olarak İcma‘ın fonksiyonu, münhasıran Fıkhî meseleler üzerinde caridir. Bunun dışındaki sahalarda bu kelime genellikle “görüş/kanaat birliği” şeklinde anlaşılmalıdır. Bu kavram İtikadî sahada kullanıldığında ise, kişinin ahiretteki ahvaline doğrudan etkisi bulunan konular kast edilir. Bahse konu meselenin böyle bir özelliği bulunmadığı açıktır.
- “Resul’e itaat” konusu, Hz. Peygamber (s.a.v)’in söz ve fiillerinin (“takrir”leri de “fiil” kapsamında düşünürsek) “bağlayıcılık” derecelerine göre sınıflandırılarak ele alınmak durumundadır. Hz. Peygamber (s.a.v)’den, aile reisi, devlet başkanı, yönetici, mübelliğ, kadı, müfti… gibi sıfatlarla sadır olan söz ve fiillerin tümünün aynı kategoride görülemeyeceği açıktır. Öteden beri pek çok alim tarafından çeşitli şekillerde sınıflandırılmış olan Nebevî söz ve fiiller hakkında İbn Hibbân‘ın “et-Tekâsim ve’l-Envâ” adlı eseri –ki “Sahîhu İbn Hibbân” adıyla elimizde bulunan şekliyle Ali b. Belebân tertibidir ve orijinal telif tarzını yansıtmamaktadır– gerçekten detaylı bir kategorizasyonu yansıtmaktadır. Ayrıca el-Karâfî‘nin “el-Furûk” ve “el-İhkâm“ı ile İbn Âşûr‘un “Makâsıdu’ş-Şerî’a“sı da bu konuda son derece özgün bakış açıları sunmaktadır. (Bu konuda bilgi için “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi“nin II. cildine (7/I numaralı yazı) bakılabilir.)
Fukaha‘nın “sünnet-i hüda–sünnet-i zevaid” ayrımı da, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sadır olan fiillerin bağlayıcılık derecesi göz önünde bulundurularak yapılmış bir taksimi ifade eder.
- Bir önceki maddede zikredilenler Kur’an‘da emir/nehy kipiyle yer alan ifadeler konusunda da geçerlidir. Bir diğer deyişle Kur’an‘da yer alan her emir farz olmadığı gibi, her nehy de hürmet (haramlık) ifade etmez. Söz gelimi, namazda kolayımıza gelen sure/ayetlerin okunması (73/el-Müzzemmil, 20), eşlerin bir kısmını bağışladığı mehirlerin yenebileceği (4/en-Nisâ, 4), Yüce Allah‘a yalvararak ve gizlice dua etmek (7/el-A’râf, 55), birden fazla (dörde kadar) kadınla evlenilebilmesi (4/en-Nisâ, 3), sahur yemeği (2/el-Bakara, 187)… gibi konulardaki ayetler hep emir kipiyle gelmiştir; oysa farziyet ifade etmezler. Kısacası bir hükmün farziyet ifade etmesi için Kur’an‘la sabit olması şart değildir. Sünnet‘le sabit farzlar da vardır. İbaha, kerahet ve hürmet (haramlık) de böyledir.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 15 Temmuz 2004