Soru: 1- Velinin Nebi a.s.’dan keşfen hadis ahzetmesi caiz midir, vaki midir? Bir veli keşfen bir hadisin sahih veya gayr-ı sahih olduğunu fehmedebilir mi? Eğer evet ise Usul-i Hadis uleması keşfen ahzedilen hadisi sahih kabul eder mi? Yani Resulullah‘tan keşf yollu hadis almak, İlm-i Usuli Hadis imamlarınca caiz midir; Ümmet‘i bağlar mı?
2- Miracın bedeni olduğuna iman etmeyip de, ruhani olduğuna mutekid olanın itikadi hükmü nedir? Muaviye ve Aişe radıyallahu anhum(a) ruhani olduğuna kail olmuşlardır?3- Nasih–mensuh meselesinde malumunuz.bazı ayatın tilaveti mensuh, hükmü bakidir. Misal recm ayeti gibi. Lakin recmin İslam‘dan olmadığı ve bir vahşet olduğu (haşa ve kella) söylenmektedir ve Server-i kainatın recm tatbikatını Tevrat‘a göre icra ettiği iddia edilmektedir.4- “Ashabımdan hangisine tabi olursanız hidayete kavuşursunuz” hadisi, bütün ashab-ı kiramın müçtehit olduğunu göstermez mi?5- İhya‘da mevzu hadis olduğu söyleniyor, aslı var mı? Eğer Gazali gibi bir allamede mevzu ve gayr-ı mevzu olan hadisi birbirinden tefrik edememişse kim tefrik edebilir ki? O allame anlamamışsa haşa, mevcut alim kılıklılar mı anlamıştır İhya‘nın mündericatının mevzuat dolu olduğunu?6- Alamet-i kübra-yı kıyamet olan güneşin batıdan tulu etmesi hadisi, İslam‘ın batıdan doğacağı şeklinde tevil edilir mi? Kimileri “hayır, hadisin zahirinden başka bir tevile gidilmesi yanlıştır” diyorlar. Bu hadis tevil edilir mi, yoksa zahiri mi kabul edilir?
Cevap. 1: Usul-i Hadis uleması keşif yoluyla hadis tashihine cevaz vermemiştir. Her ne kadar ilke olarak keşif yoluyla hadislerin tashih/taz’ifi mümkün ise de, bu yolla elde edilen bilginin Şer’î kaidelere aykırı düşmemesi kaydıyla sadece keşif sahibi bununla amel edebilir; başkalarının böyle bir bilgiyle amel etmesi caiz değildir. Zira keşifle elde edilen bilginin “muttarit” bir kaideye bağlanması mümkün değildir. Hatta Muhyiddîn İbn Arabî (k.s) dahi –keşfî bilginin yanılmazlığının kesin olduğunu söylemesine rağmen– keşif sahibinin keşfedilen şey hakkında verdiği hükmün yanlış olabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla keşif yoluyla yapılan tashih/taz’if Ümmet‘i bağlamaz. Bu konuda ileri sürülen naklî deliller de münferit birkaç örnekten ibarettir.
Burada mutlaka hatırlanması gereken bir nokta daha var: Sahabe‘nin ileri gelenlerinden menkul pek çok örnek vardır ki, bir hadis işittikleri zaman hadisi nakledene yemin ettirmek, kendisinden şahit istemek… gibi yollara baş vurduklarını göstermektedir. Hatta hadisi, ilk rivayet eden sahabîden (mahrecinden) bizzat duymak için çok uzun yolculuklara çıkan sahabîler biliyoruz. Bu durum, onlardan sonra da devam etmiş ve Usul-i Hadis‘te “er-Rıhle fî talebi’l-Hadîs” başlığı altında ele alınan çetin ve meşakkatli “ilim seyahati”, Hadis talibi için vaz geçilmez bir gereklilik olarak öngörülmüştür.
Efendimiz (s.a.v)’in irtihalinden sonra Sahabe arasında ortaya çıkan pek çok yeni meselenin ve yaşanan ihtilafların halli için de keşfî bilgi yoluna başvurulduğuna dair herhangi bir örnek bilmiyoruz.
Keza daha sonraki asırlarda da Ümmet’in birçok alanda yüz yüze geldiği ihtilaflarda keşfî bilgiye başvurarak çözüm aradığı malum değildir.
Bütün bunlar, Selef‘in hadis tashihinde “keşf“i bir yöntem olarak kullanmadığını açık biçimde göstermektedir.
- Mirac‘ın ruh ve beden birlikte ve uyanıkken vuku bulduğu, Ehl-i Sünnet‘in çoğunluğunun görüşüdür. Her ne kadar konuyla ilgili pek çok eserde Hz. Aişe (r.anha) validemiz, Hz. Mu’âviye (r.a) ve Tabiun‘dan Hasan-ı Basrî (rh.a)’nin, Mirac‘ın ruhen gerçekleştiği görüşünde oldukları rivayet edilmiş ise de, bu görüşün onlara nisbeti tartışılmıştır (bkz. İbn Dıhye, “el-İbhâc“, 68-9; İbn Hacer, “Fethu’l-Bârî“, VII, 197 vd.; Ali el-Karî, “Şerhu’ş-Şifâ“, I, 410 vd., el-Kevserî, “Makâlât“, 517) Bazı alimler, –burada ayrıntılarına giremeyeceğim– gerekçelere binaen çoğunluğun benimsemediği kanaatler ileri sürmüştür. Bu durumu dikkate aldığımızda, Mirac‘ın sadece ruhen gerçekleşmiş bir hadise olduğuna inanmanın, kişinin itikadî durumuna tesir eden bir yönü olmadığını söylememiz gerekiyor.
Ancak burada bir noktanın tasrih edilmesi gerekir: Çoğunluğun görüşüne aykırı kanaatte olan ulema, tamamen tercihe şayan buldukları naklî deliller sebebiyle böyle davranmıştır. Günümüzde Miraç olayının ruh-beden birlikte vuku bulduğunu söylemenin “akla” –o hangi akılsa?!– aykırı olduğunu ileri sürenlerin tutumuna söz konusu alimlerin tercihleri gerekçe teşkil etmez. Zira o alimler nazarında Mirac‘ın ruh-beden birlikte cereyan ettiğini söylemenin akla aykırı bir yönü yoktur. Dediğim gibi onlar sadece “naklî” deliller arasında tercihe şayan bulduklarını esas aldıkları için o kanaate sahip olmuştur. Bu noktaya dikkat edilmelidir. Zira sırf “aklî” gerekçelerle Miraç olayının rüyada veya ruhen yaşandığını ya da hiç yaşanmadığını söylemek kişiyi fasık yapar.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 8 Temmuz 2004