Soru: 1- Namazı müteakip “Allah kabul etsin” mi denir, yoksa “Allah mübarek etsin” mi denir, yoksa ikisi de caiz midir? İbn-i Âbidiyn‘de “mübarek etsin denir” gibi bir şey okuduğumu hatırlıyorum ama, tam çıkaramıyorum. Hangisi söylenir?2- Namazı müteakip mescid önünde müsafaha etmek veya müsafaha için sıraya girip cemaatın çıkmasını beklemek bid’at mıdır?3- Hulul akidesi küfür müdür, sahibini ehl-i küfr yapar mı?4- Panteistik tevhit ne demektir? Böyle bir tevhide inanmaya cevaz var mıdır? 5- “Tenasühe, reenkarnasyona iman etmek, ahireti inkar etmeyi muciptir” dedi bir hocaefendi. Haddizatında tenasühü tasdik etmek katışıksız küfürdür, diyor öyle midir?6- Elfaz-ı küfriyeden bazısı için şu küfürdür, lakin sahibini kafir yapmaz, bu şirktir lakin sahibini müşrik yapmaz, diye nitelendirilen küfür sözlerine misal verebilir misiniz?7- Vahdet-i vücut meselesi Ehl-i Sünnet‘e zıt mıdır?8- Sıddıklık makamı mı üstündür, yoksa şehitlik makamı mı?
Cevap. 1: Namazı müteakip cemaatin birbirine herhangi bir şey söylemesi gerekmez. Namazların ardından, dua tarzında “Allah kabul etsin” denebilirse de, alışkanlık haline getirilmesi, zamanla sünnet olduğu zehabına yol açabileceğinden, terk edilmesi daha uygundur. Soruda İbn Âbidin‘den nakledilen ibareyi görmedim.
- Cemaatla kılınan namazdan sonra mescidin önüne sırf musafaha etmek için dizilmek bid’attir. Böyle davranmaksızın cemaatin birbiriyle musafaha etmesinde, Selef‘ten nakledilmiş bir uygulama olmasa da, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bir sakınca yoktur. Esasen musafaha namaz sonrasına mahsus değildir. Birbiriyle karşılaşan mü’minlerin musafaha etmesi sünnettir. Dolayısıyla namazdan sonra da birbiriyle yeni karşılaşan mü’minlerin musafahası da sünnettir. Ancak bunu törensel bir havaya sokmak ve namazdan sonraya mahsus hale dönüştürmek sünnet olmaktan çıkarıp bid’at sınırına sokmak anlamına gelir.
- Hulul (Allah Teala’nın herhangi bir mahlukun bedenine girmesi) inancı küfürdür.
- Panteistik tevhid, Allah-alem birliği anlamındadır. Bir diğer deyişle Panteizm, Allah ile alemin aynı şey olduğu, Allah‘ın, bütün varlıkların mecmuundan ibaret olduğu düşüncesinden ibarettir ki, “vahdet-i mevcut” kavramıyla ifade edilir. Şu halde doğru olan, “Panteistik tevhid“den değil, “Panteistik şirk“ten söz etmektir. Zira Allah Teala‘dan başka herhangi bir varlığa uluhiyet izafe etmek şirktir.
- Tenasuh ile reenkarnasyon arasında bir umum-husus ilişkisi mevcut ise de, bu ayrıntıdan sarf-ı nazar ederek şunu söylememiz gerekiyor: Tenasuh da, reenkarnasyon da ahiret inancına ters düştüğü ve pek çok muhkem nass ile bağdaşmadığı için küfürdür. Son zamanlarda birtakım akademisyenlerin, reenkarnasyon inancının İslam‘a aykırı olmadığını ispatlamak adına “özel bir gayret” gösterdiğini biliyoruz. Bu tür yorumlardan kesinlikle uzak durulmalıdır.
- İkrah durumunda, psişik rahatsızlık halinde veya büluğa ermeden söylenen küfür sözleri böyledir. Normal şartlarda söylenmesi halinde sahibini iman çerçevesinden çıkarır; ancak bu durumlarda söylenmesi, irtidadın sıhhat şartları bulunmadığı için kişiyi dinden çıkarmaz.
Bu noktada, daha önce bu köşede söz konusu ettiğim “küfr-ü lüzumî – küfr-ü iltizamî” ayrımı da hatırlanmalıdır. Bir kimse, küfrü niyet etmeksizin kendisinden elfaz-ı küfür nevinden bir şey sadır olduğunda hemen tekfir edimemelidir.
- Burada meseleyi iyi kavramak çok önemlidir. “Alemde Allah Teala‘dan başka hakiki varlık sahibi yoktur; diğer varlıklar, varlığını O’ndan alır; onların varlığı izafi ve fanidir. O’nun varlığı ise mutlak ve bakidir. Bütün varlıklar O’ndan gelmiştir ve yine O’na dönecektir. O halde gerçek varlık tekdir ve O’dur” anlamında Vahdet-i Vücut inancı Ehl-i Sünnet‘e zıt değildir. Her şeyde Allah Teala’nın kudret ve azametini görmek, alemi O’nun sıfatlarının yansıması/tecellisi olarak telakki etmek niye Ehl-i Sünnet’e zıt olsun ki? Denebilir ki İmam-ı Rabbânî Vahdet-i Vücud‘a itiraz ederek Vahdet-i Şuhud‘u savunmuştur. Doğrudur; ancak Vahdet-i Vücut ile ilgili bir karar vermeden önce, bu konuda birbiriyle çelişkili muhtelifi “okumalar” yapılabildiğini akıldan çıkarmamak gerekir.
- Sıddıklık makamının daha üstün olduğu muhtelif kaynaklarda geçmektedir. Bunun izahı –Allâhu a’lem– şudur: Sıddıklık makamı, yaşarken elde edilir. Kalbî ve amelî hayatı rıza-i ilahî doğrultusunda son derece titiz bir şekilde düzenlemek, zühd ve takvanın zirvesinde bulunmak suretiyle elde edilir. Şehitlik ise ölüm anında elde edilen bir makamdır.
Milli Gazete – 6 Temmuz 2004