Soru: Vakt-i kerahette mescide giren, tahiyyetül mescidi kılabilir mi, yoksa terk mi etmelidir?
Cevap: Kerahet vaktinde namaz kılmakla ilgili hüküm şöyledir: Namaz kılmanın mekruh olduğu 5 vakit vardır. Bu vakitler şunlardır:
1) Fecr-i sadıkın doğmasından, güneşin doğacağı zamana kadar.
2) Güneşin doğmasından itibaren bir mızrak boyu yükseldiği ana kadar ki, yaklaşık olarak 40-50 dakikalık bir zaman dilimidir.
3) Güneşin tam tepe noktasında bulunduğu vakit (istiva vakti).
4) Güneşin ışığının gözleri kamaştırmayacak derecede sararıp zayıfladığı andan batışına kadar.
5) İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan zaman dilimi.
Bu vakitlerden 2, 3 ve 4. sırada zikredilenlerde farz olsun, vacip veya nafile olsun namaz kılmak mekruhtur. Bununla birlikte eğer bu vakitlerden birinde nafile namaz kılınmış ise iadesi gerekmez; kerahetle caiz olur. (Buradaki kerahet, kerahet-i tahrimiyedir.) Eğer –eda veya kaza– farz bir namaz kılınmış ise iadesi gerekir.
Ancak bunun, güneşin batışı anında o günün ikindi namazının kılınabilmesi gibi bazı istisnaları vardır.
Diğer iki vakitte ise yalnızca nafile namaz kılmak mekruhtur.
Şu halde kerahet vaktinde mescide giren bir kimsenin tahiyyetü’l-mescid kılması tahrimen mekruhtur. Konunun detayları için Fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.
Soru.1. Farzın münkiri tekfir olunur. Mütevatir hadisi inkâr da küfrü müstelzimdir. Lakin vacibin vücubiyetini inkar eden kafir olmaz; Ehl-i Sünnet‘in dışına çıkar. Misal israyı inkâr küfürken, miracı inkar müslimi itikadi açıdan Ehl-i bid’a‘ya idhal eder. Oysa ki vacip derece itibariyle sünnetin fevkindedir. Neden sünnetin fevkinde olan vacibi inkar küfür olmuyor da, vacibin derece itibariyle aşağısında olan mütevatir hadisi inkar eden tekfir ediliyor. Tam zıddı olması lazım gelmez mi?
- 2. Asi olmak kelime manası itibariyle günahkâr olmak, isyan etmek demektir; sahibine fasık Mealde “Adem rabbine asi oldu” deniyor. Asi olmak isyan olduğuna göre, Hz. Adem‘in isyanı, asi olarak tesmiye edilmiştir. Oysa ki peygamberan-ı izam masumdur, her türlü günahlardan müberradır. Zelle kabilinden sadır olanlar ise günah, fısk, isyan olarak tesmiye edilmezken, Rabbimiz‘in Adem a.s. ı asi olarak tesmiye etmesi ne hikmete binaendir? Asi olana fasık denir. Bir peygamber için fasık sıfatını istimal etmek (haşa ve kella) muhal ender muhaldir. Bunu nasıl izah edebiliriz?
Cevap.1. Burada okuyucunun, soruyu açmak için zikrettiği örnekler uygun değildir. Her ne kadar “farz” ile “tevatür” kavramları arasında “kesinlik ifade etmek” açısından ortak bir alan var ise de, her farz tevatürle sabit olmadığı gibi, tevatürle sabit olan her delil de amelî farziyet ifade etmez. Bir diğer deyişle “farz” ve “vacip” kavramları doğrudan “amelî bağlayıcılık”a ilgili iken tevatür, şöhret vb. kavramlar daha çok itikadî sahada kesin bilgi ifade edip etmeme durumuyla alakalıdır.
İkinci olarak yine soruda, tevatürle sabit olan herhangi bir hususun, amelî sahadaki “sünnet“e eşdeğer olduğu söyleniyor ki, bu da doğru değildir. Zira “tevatür” kesin bilgi ifade eder ve inkârı küfürdür.
Fıkıh ilmine ait kavramları Akaid sahasına aktaracak olursak konuyu şöyle ifade edebiliriz: Delaleti ve sübutu kat’î nasslarla sabit olan hususlar “imanın farzlarını” teşkil eder. Muhkem ayetler ve mütevatir hadisler ile sabit olan hususlar böyledir. Bunların inkârı küfürdür. Delalet veya sübut bakımından bunların bir derece altında bulunanlar “imanın vaciplerini”, delalet veya sübutu zannî olanlar ise derecelerine göre imanın sünnetlerini, müstehaplarını… oluşturur ki, ilkine meşhur hadislerle veya karineli haber-i vahitlerle, diğerlerine de karinesiz haber-i vahitlerle sabit olan hususları örnek gösterebiliriz. Bunların inkârı kişiyi dinden çıkarmaz ise de, bid’at ehli yapar. İkincilerin inkârı böyle değildir.
Buradaki “karineli haber-i vahit” ifadesinin altı çizilmelidir. Zira mütevatir olmadığı halde, bildirdiği husus Akaid kitaplarına alınarak itikat umdesi sayılmış pek çok haber-i vahit vardır.
- “İsyan” kelimesi sözlükte “emrin dışına çıkmak” anlamına gelir. Hz. Adem (a.s) hakkında bu kelimenin kullanılması, “yasak ağaç”tan men edildiği halde bu ağacın meyvesinden yemesidir.
Müfessirler bu durumu, Hz. Adem (a.s)’in bu fiili işlediği zaman henüz peygamber olmadığını söyleyerek açıklamıştır. Dolayısıyla yasak ağacım meyvesinden yemek, Hz. Adem (a.s)’e bilahare verilen peygamberliğe ve dolayısıyla “ismet” sıfatına münafi değildir.
Bir de burada şöyle bir incelikten bahsedilmiştir: Kendisine meleklerin secde ettirildiği ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (a.s)’in bu fiili hakkında “isyan” kelimesi kullanılmış ve karşılığı “cennetten uzaklaştırılma” olmuşsa, diğer insanlar bundan ders almalı ve günahlarını küçümsememelidir.
Ve son bir nükte: Sevgilinin sevgiliye muhalefeti azim bir iştir…
Milli Gazete – 22 Temmuz 2004