Yemen/San’a’dan yazan kardeşimizin sorusunun cevabına devam ediyoruz.
Geçen hafta, kaldığımız noktayı hatırlayalım: Taklid ehli bir kimse herhangi bir fıkhî mezheple mukayyet olmaksızın hareket edebilir mi?
“Avamın mezhebi müftisinin mezhebidir” kaidesi bu soruya “evet” demeyi kolaylaştırıyor gibi. Ama pratikte öyle midir? İşte burası önemli.
“Avamın mezhebi olmaz” demeye gelen bu kaideye göre avam istediği zaman istediği mezhebin hükmüyle amel edebilir mi? Yani ben avam tabakasına mensup olarak, fıkıh bablarının her birisinde farklı bir mezhebin ictihadıyla amel edebilir miyim?
Bu sorunun cevabı, bir başka sorunun cevabına bağlı: Avam, amel edeceği mezhebi neye göre tayin edecektir? Yani avam olarak ben, namazda Hanefî mezhebini taklid ediyorsam bunu neye göre yapacağım, orucu Şafiî mezhebine göre tutma kararındaysam bu kararım neye dayanmak durumundadır; ya da alış-veriş meselelerinde Malikî, evlilik ahkâmında Hanbelî mezhebini tercih edeceksem bunun dayanağı nedir?
“Avamın mezhebi müftisinin mezhebidir” kaidesine biraz yakından baktığımızda, bu soruların cevabının da bu kaidede mevcut olduğunu görüyoruz aslında. Şöyle:
Kişi, bütün bu konularda iki seçenekten birisiyle hareket etmek durumundadır: Ya mezheplerin delillerine bakacak ve hangi konuda hangi mezhebin delilinin güçlü/tercihe şayan olduğunu tesbit edip, ona göre seçim yapacak; ya da bir bilene danışacak.
Burada avam kişiden söz ettiğimize göre, mezheplerin delillerini araştırmak, karşılaştırmak ve aralarında seçim yapmak söz konusu olmayacaktır. (Bunu yapabilecek durumda olan zaten avam olarak ifade edilemez. Bu durumdaki/seviyedeki kişinin durumunu ayrıca ele alıp konuşmak gerekir.) O halde avamın önünde, “bir bilene danışmak” dışında bir seçenek bulunmuyor.
İşte o “bir bilen”, yani avam kişiyi istediği istikamete sevk edebilecek durumdaki müfti için de iki durum söz konusudur: Müfti ya müctehiddir veya değildir. Günümüzde müctehid bulunmadığına göre, sözü uzatmadan ikinci şıktan devam edelim: Müctehid olmayan müfti, kaçınılmaz olarak bir mezhebe mensuptur; dolayısıyla mezhebinin ictihadıyla fetva verecektir.
Bu durumdaki müfti, fetva soran avam kendisini hangi mezhebe nisbet ediyorsa, o mezhebin ictihadıyla fetva verecektir. Fetva soran hangi mezhebe intisap ediyorsa, o mezhebin ictihadıyla amel edecek demektir.
Peki avamın kendisini –söz gelimi– “Hanefî” olarak ifade etmesi, kendisine bir başka mezhebin ictihadıyla fetva verilmesine mani midir? Yani avam bir başka mezhebin ictihadıyla amel edebilir mi, edemez mi? Bu sorunun cevabı için tafsile gitmek gerekir:
İnsanların bir tek mezhebi iltizamının teşviki, dini yaşarken hevaya düşme tehlikesinin önünü almak içindir. Bilhassa günümüzde itikadî meselelerin bire uluorta tartışıldığı, hatta gayrimüslimlerin (Yahudi ve Hristiyanlar’ın) bile cennete gidip gitmeyeceğinin münakaşa edildiği vakıası dikkate alındığında, dinî şuur yaşantıya ne ölçüde bir gevşemenin sirayet ettiği daha kolay anlaşılacaktır.
Böyle bir ortamda itikadı ve ameli mümkün olduğunca kıvamda ve istikamette tutmak, mensubiyetlere daha bir sıkıca sarılmak bir elzemiyettir.
Elbette bu, sıkıntıya düşmüş, darlık ve meşakkate düçar olmuş insanların sıkıntıda bırakılması anlamına gelmemektedir. Özellikle de Ehl-i Sünnet fıkhî mezheplerin her birinin, şeriatın cüzlerinden bir cüz olduğunu ve bu mezheplerin tamamının “şeriat-ı müevvel”i oluşturduğunu kabul eden bizler için, mezhebin dışına çıkmak hiçbir durumda caiz değildir gibi bir hükmü telaffuz etmesi düşünülemez.
Şu halde bir başka mezhebin hükmünü taklid etmenin hangi durumlarda caiz olduğunu görelim:
- Mukallidin mensup olduğu mezhebin bir konudaki hükmü, güç yetirilemeyecek şiddetli bir sıkıntıya yol açıyorsa,
- Veya o hükmün alınmasına mani olan kaçınılmaz bir zaruret durumu söz konusuysa.
Bu mesele hakkında da şu noktalara dikkat edilmelidir:
- Bu konularda “vehim” ve “kanaat” değil, vakıa esas alınmalıdır.
- Müftü, farklı mezheplerin hükmünün tesbiti konusunda ehil olmalıdır.
Bu mesele ile ilgili olarak konuşulması gereken bir diğer nokta da “telfik”tir.
Bu noktayı da inşaallah gelecek yazıda ele almak üzere…
Milli Gazete – 28 Haziran 2009