Soru
4 mezhepden birisine tabi olduktan sonra tabi olduğumuz mezhepde bariz hata görürsek diğer mezheplerden birisini taklit etmek uygun mudur? Bu şekilde yapmak mezhep imamının yaptığı ictihadı beğenmemek anlamına gelmez mi?
Cevap
Fıkh’ın çerçevelediği meseleleri üç grupta toplayabiliriz:
- Delaleti ve sübutu kat’î nasslara dayalı hükümler.
Böyle hükümlerde hata, yanlışlık vs. söz konusu değildir. Namaz, Oruç, Zekât, Hacc vb. ibadetlerin farziyeti gibi “temel” ve muamelat ve ukubat sahasındaki “fer’î/cüz’î” ahkam hakkında nazil ve varit olan delaleti ve sübutu kat’î nasslar böyledir.
İcma ile hükme bağlanan meseleleri de bu gruba dahil edebiliriz. İlgili nass(lar)ın delalet ve/veya sübutundaki bir zannîlik, bilahare meydana gelen icma ile ortadan kalkar, yerini kat’iliğe bırakır. Bu Ümmet’in hata üzere ittifak etmesi düşünülemeyeceği için, İcma ile hükme bağlanmış meselelerde de kat’iyet söz konusudur. Dolayısıyla bir hata varsa üzerinde icma edilmiş hükümde değil, onu yanlış bulandadır.
- Delaleti ve/veya sübutu tartışma konusu olmuş nasslara dayalı hükümler.
Böyle durumlarda bir nassdan bir alimin anladığı, bir başka alimin anladığına uymayabilir; yahut bir alimin sübutuna kail olduğu bir nass (rivayet), diğerine göre sabit olmayabilir. Makul ve meşru gerekçeler belli bir metodoloji çerçevesinde ortaya konmak kaydıyla bu sahada ihtilaf mümkün, hatta vakidir. Mezhepler arasındaki ihtilaflar (yani mezheplerin, birbirlerinin hükümlerini “hatalı” bulması) çoğunlukla bu sahada cereyan eder.
Bu itibarla bir kimsenin bu sahaya giren hükümlerde bir mezhebin benimsediği içtihadın hatalı olduğunu söyleyerek kendisine göre doğrusunu göstermesi “teorik olarak” mümkündür.
- Nassa veya icmaa değil de kıyas, örf, istihsan, istıslah, sedd-i zeri’a… gibi tali delillerden birine dayalı hükümler.
Böyle hükümlerde, dayanağına bağlı olarak değişiklikler, farklı bakış açıları mümkündür ve bu da alimler ve içtihadlar arası ihtilafların cereyan ettiği diğer önemli sahayı oluşturur.
Özellikle son iki maddede özet olarak dile getirmeye çalıştığım hususlarda –tekraren vurgulayayım– “teorik olarak” muhalefet mümkündür. “İşin pratiğinde durum nedir?” diye sorulacak olursa şunları söylerim:
“Tabakatu’l-Fukaha” türü kitaplara bir parça aşinalığı olanlar, mezhep içi tahkik, tenkih, tercih ve temyiz faaliyetlerinin biteviye devam ettiğini bilirler. Özellikle Hanefî mezhebi gibi “kolektif içtihad”a dayalı bir mezhepte İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed eş-Şeybânî gibi “mutlak müçtehidler”in, onların talebeleri ve talebelerinin talebeleri gibi mezhepte ve meselede müçtehidlerin, onların arkasından gelen ashab-ı tahriç, ashab-ı tercih ve ashab-ı temyiz’in tetebbuundan ve dikkatinden kaçmış, asırlar ve silsileler boyunca hocalardan talebelere ve kitaplardan kitaplara intikal ederek varlığını sürdürmüş bir hata gösterilebilir mi ki, mezkûr “teori”nin pratiği vardır diyebilelim?.. Bütün bunlara rağmen “Ben mezhebin şu görüşünü hatalı buluyorum; gerekçem şudur” diyebilen bir “babayiğit” çıkarsa, ona –her ne kadar taklid yakışmaz ise de, yine de – diğer mezheplerin içtihadlarını taklid edebileceğini söyleyebiliriz. İlmî, makul ve mukni gerekçelerini ortaya koyduktan sonra onun bu hareketinin “mezhebin içtihadını küçümsemek” olduğu da söylenemez.
Çok bilinen bir anekdotla bitirmiş olalım:
Vekî’ b. el-Cerrâh’ın bulunduğu bir ortamda birisi, “Ebû Hanîfe hata etti” dedi. Bunun üzerine Vekî’ şöyle mukabele etti: “Kıyastaki maharetleriyle Ebû Yusuf ve Züfer gibi, Hadis ezber kapasiteleriyle Yahya b. Ebî Zâide, Hafs b. Ğiyâs, Hibbân ve Mendel gibi, dil ve gramer bilgisiyle el-Kasım b. Ma’n gibi, zühd ve veralarıyla Dâvûd et-Tâî ve Fudayl b. Iyâd gibi kimseler yanında bulunuyorken Ebû Hanîfe hata yapmaya nasıl muktedir olur? Bunlarla aynı meclisi paylaşan kimse hemen hiç hata yapmaz. Çünkü hata yapacak olsa bunlar onu hemen doğruya yöneltir.” (el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIV, 247)
Milli Gazete – 14 Mayıs 2006