Cumartesi günkü yazıda, Sahabe’den el-Eş’as b. Kays (r.a)’ı evinde misafir etmiş olan Hz. Ömer (r.a)’in, “Efendimiz (s.a.v)’den bellediğim şu üç şeyi sen de ebenden belle” diyerek bir hadis naklettiğini görmüştük. Bu hadisede bizim için önemli olan şurası: Hz. Ömer (r.a) bu hadisi, el-Eş’as b. Kays (r.a) evinde misafir iken –aralarında geçen bir mesele sebebiyle– eşini dövdükten sonra nakletmiştir. Yani Sahabe’nin eşlerini dövmediği iddiası doğru değildir.
Nüşuzundan (kocasına karşı serkeşlik etmesinden ve isyankâr davranmasından) endişe edilen kadının dövülmesiyle ilgili hükmü getiren ayetin nüzul sebebi de burada önemlidir. Rivayet tefsirlerinde nakledildiğine göre[1]Mesela bkz. el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kurân, IV, 295, V, 161; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 653. Sahabe’den bir hanım (Habîbe bt. Zeyd b. Hârice -r.anha-), babasıyla birlikte Efendimiz (s.a.v)’e gelerek kocasının (Sa’d b. er-Rebî’ -r.a-) kendisine tokat attığını söylemiş, Efendimiz (s.a.v) de kısasa (onun da eşine bir tokat atmasına) hükmetmiştir. O sahabiye hanım dönüp giderken Efendimiz (s.a.v) arkasından tekrar çağırmış ve, “Biz bir şey murad ettik, Allah başka bir şey murad etti (Biz bir hüküm verdik, Allah başka bir hüküm verdi)” buyurmuştur.
Bu durumda önümüze enteresan bir manzara çıkıyor: Efendimiz (s.a.v) bile ilgili ayetin hükmüne teslim olarak kendi hükmünden rücu ediyor –ki normal ve zaruri olan da budur–, Hocaefendi ise, –şüphesiz bunlardan haberdar olarak– “biz de bir hüküm verdik” demiş oluyor.
Aslında Hocaefendi’nin konumundaki bir kimsenin, zaten modern Batılı hayat tarzının dayatmaları karşısında son sığınak olarak elimizde kalan aileyi muhafaza etme konusunda hassasiyet göstermesi, erkeklere ve kadınlara kendi hak ve görevlerini vurgulaması gerekirken, türlü sebeplerle zaten her an sarsılmaya müsait zeminler üzerine kurulan aile binasının yıkılmasını ve çökmesini kolaylaştırıcı bir tutum takınmış olmasını anlamak mümkün değildir.
Hangi sebeplerin tazyiki ve hangi ruh hali ile vukua geldiğine bakmaksızın kocanın eşine bir tokat atması durumunda, hanımefendinin de ona bir (hatta iki) tokat atmasını önermek çözüm müdür gerçekten? Böyle olsaydı Kur’an, karısının nüşuzundan endişe eden erkeğe eşini dövme izni verdiği gibi, eşinin nüşuzundan endişe den kadına da, kocasını dövme hakkı vermez miydi? Oysa bu ikinci durumda Kur’an kadınlara, kocalarına iki tokat atmayı değil, sulh yoluna gitmeyi tavsiye ediyor.[2]4/en-Nisâ, 128.
Diyelim ki kadın, dayak atmayı bir hayat tarzı haline getiren ve bir zulüm mekanizması olarak işleten kocasıyla arasında sulh yolu bulamadı; bu durumda ne yapacaktır.
Ahmet Kurucan şöyle diyor: “… gerek klasik gerekse modern dönemlerde kaleme alınmış fıkıh müdevvenatında, İslam’a göre meşru boşanma sebepleri arasında müstakil olarak koca dayağını görmeniz mümkün değildir. Eğer bu cümleyi çok iddialı bulduysanız şöyle düzeltebilirim; en azından ben, şu ana kadar yaptığım fıkıh okumalarında koca dayağını müstakil meşru boşanma sebebi sayan içtihadî bir yaklaşıma hiç rastlamadım. Aksine nüşûz/geçimsizlik ve geçimsizliğin kadından kaynaklanma durumunu ele alan içtihadlarda eğer yuvanın devamı, huzurun avdeti bu yolla sağlanacaksa kadının kocası tarafından hafifçe dövülebileceğini okudum.[3]http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=753018&title=bkocanin-karisini-dovmesi-zalimce-bir-davranistirb.
Durumun gerçekten bu kadar “vahim” olup olmadığını bir sonraki yazıda görelim.
Milli Gazete – 3 Kasım 2008