Keramet Meselesi-1

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Ekim 2006, Ekim Ayı 2006 OS, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları

Soru

“Gayb meselesi ile ilgili yazınızda  geçen ve kafama takılan ifadeleri buraya yazıyorum:

“Salih kullardan gaybiyyatla ilgili mükâşefelerin suduru, Ebû Hayyân’ın söylediği gibi “nadirattan” mıdır, yoksa er-Râzî, İbn Hacer’in dediği gibi yaygın olarak görülen bir durum mudur? Sahabe tabakasından itibaren bu ümmetin salihlerinden aktarılan ve kuşaktan kuşağa intikal eden kerametler tevatür seviyesindedir.”

“Burada benim anladığım kadarıyla (yanlışım varsa düzeltin) halk arasında anlatılan ve bazı kitaplarda da geçen evliya kerametlerinin doğru olduğunu savunmuşsunuz.

“Hadis imamlarımızın hadislerin sahihlik derecesini araştırırken, hadisleri kitaplarına aktarırken rivayet zincirinde bulunan bütün ravilerin şahsiyetine kadar araştırmaları muhaddislerimizin hata yaptığı anlamına mı gelmektedir? Bütün hadis ve haberleri olduğu gibi kabul etmenin sakıncası yok mudur? Veya kerametleri doğru kabul etmekle hadis meselesi farklı mıdır?

“Birinin keramet sahibi olması için Tasavvufta ilerlemiş olması mı gerekmektedir? Kerametin, uçmanın veya köprü varken su yüzeyinde yürümenin ya da gaybı bilmenin müslümanlara katkısı nedir? Allah neden insanlara bu türden kerametler bahşetmiştir? Ya da keramete sahip olabilmek için Allah yolunda mücadele yapmak yerine dünyadan el etek mi çekmek gerekmektedir?..”

Cevap

Soru sahibi kardeşimin aktardığı pasaj, 11 Haziran 2006 tarihli yazıda geçiyor. Aslında o yazıda konuyu daha dolaysız bir şekilde ifade eden pasajlar da mevcuttu. Evet, kerametin “hak” olduğunu söylüyorum. Ancak bu, “halk arasında anlatılan ve bazı kitaplarda da geçen” her şeyin sahih/doğru olduğunu söylediğim anlamına gelmiyor. Yani kerametin kendisinin hak olduğunu söylemek başkadır, onu bize aktaran nakil vasıtalarının güvenilir, nakledilen her bilginin de doğru olduğunu savunmak başkadır. Kısacası eğer keramet bize kadar güvenilir nakillerle gelmişse haktır, gerçektir, tasdik edilmelidir diyorum.

Okuyucumun, keramet ile Hadis imamlarının yaptığı ravi araştırmaları arasında kurduğu ilişki de bu noktaya taalluk ettiği için yukarıdaki paragrafta cevabını bulmuş olmaktadır. Yani nasıl ki Hadis imamları, her rivayeti kabul etmiyor, ravilerin ilettiği haberler güvenilir midir, değil midir diye araştırma yaptıktan sonra hüküm veriyorsa, biz de bize kadar intikal etmiş keramet haberlerini o şekilde tahkik ederiz. Güvenilir yollardan gelmişse kabul, değilse reddederiz.

“Birinin keramet sahibi olması için Tasavvuf’ta ilerlemiş olması mı gerekir?” şeklindeki soru, okuyucumun, Tasavvuf’u bağımsız, kendi başına bir sistem olarak gördüğü izlenimini veriyor. Şöyle söyleyeyim: Nefis terbiyesi, ruh disiplini ve amelde kemal olarak özetleyebileceğimiz Tasavvuf, dinî yaşantının bir veçhesini teşkil etmektedir. Bir müslümanın, özetle saydığım bu özellikleri hayata geçirmeye çalışması, Din’i yaşama gayretinin ciddiyetini ve derinliğini gösterir. Din’i böyle bir ciddiyet ve derinlikle yaşayan kimselerde, bu seviyeye ulaşamamış olanlardan farklı bir takım hususiyetlerin görülmesi tabiidir. Dolayısıyla bu durumu “Tasavvuf’ta ilerlemiş olmak” şeklinde değil, “Dinî yaşantıda mesafe katetmek” olarak ifade etmek, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Devam edecek.

Milli Gazete – 28 Ekim 2006