Kabirler üzerine yazı yazmanın, bina yapmanın hükmü konusunda ulema arasında ittifak bulunmadığını, hükmün maksada göre değiştiğini önceki yazılarda görmüş olduk.
Son bir mülahazayla konu hakkında söyleyeceklerimi sonlandırayım: Kabirler üzerine bina yapma meselesini, günümüzde iki noktada geçmişten farklı olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum:
- Kişinin bu hayattaki ekonomik durumu, sosyal statüsü, makam-mevkii… öldükten sonra da kabrine yansısın, bu “arızî” vasıflarıyla elde ettiği sun’î/geçici imaj ve saygınlık kabrinde de görülsün, kabri de bu hayattaki şanına layık görkemde olsun… gibi düşüncelerle kabrin üzerini gösterişli bir şekilde yaptırmak, mezar taşına kişinin ününü-şanını yansıtan ibareler yazmak caiz değildir. Burada hem arızalı bir hayat algısının yansıması, hem “ölüm” hakikatiyle çelişen bir tutum, hem de israf söz konusudur.
- İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, birey ve toplumların kabirdekilerle irtibatının önem arz ettiğini kimse inkâr edemez. Modern hayatta Müslüman birey ve toplum, kendisini, toprağın üstündeki hayattan daha çok toprağın altındaki hayatla Rabbine yakın hissediyor. Zira toprağın üstündeki hayat insanı Allah’tan uzaklaştırırken, toprağın altındaki hayat kişiyi Allah’a yaklaştırıyor.
Bir büyük velinin, bir amil alimin, bir salih kişinin, bu dine hizmet etmiş bir tarihî şahsiyetin kabrini ziyaret etmenin ruhta oluşturacağı tedai, belki onlarca va’z-u nasihattan daha tesirli olur. Hepimiz bunu bir şekilde tecrübe etmişizdir. Dolayısıyla bunu garipsemek de, inkâr etmek de mümkün değil.
Öyleyse Allah ve Resulü’nün sevdiği, tarihimize silinmez izler bırakmış, İslamlığa ve insanlığa unutulmaz hizmetler yapmış büyük zatların kabirlerinin kaybolması onlar için değil, ama bizim için büyük kayıp olacaktır. Kabirlerinin üzerine türbe yaparak onları öldükten sonra dahi hayatımıza aktif olarak katmanın, öldükten sonra dahi onların örnekliğinden, önderliğinden istifade etmenin, özellikle bizi sürekli ahireti olmayan bir dünya gayyasına çeken bu modern tuğyan ortamında çok farklı bir önem arz ettiği izahtan varestedir.
Kabirler üzerine türbe yapma uygulamasının bir de böyle bir açıdan değerlendirilmesinde büyük fayda var.
Ancak burada bir noktanın altını çizmeden de geçmememiz gerekiyor: Kabrinin üzerine türbe yapılan, dolayısıyla kabri “ziyaretgâh” olan büyük şahsiyetlerin bir süre sonra avam tarafından farklı mülahazalara konu edilmesi, kabirden ve içinde yatandan yardım istenmesi, kebirler üzerine bez bağlama gibi hurafe inançlara zemin yapılması söz konusudur. Oysa itikadımıza göre ne kabirden, ne de içinde yatandan yardım dilenir. Bizatihi o kişide yardım istendiğinde imdada yetişmesini mümkün kılan bir kudret olduğunu vehmetmek son derece tehlikelidir.
Yardım ve medet, Yüce Allah’tan istenir. Kabirde yatan salih kişiye gelince, olsa olsa onun Allah Teala nezdindeki mevkii ile tevessülde bulunulabilir. İstiğaseye cevaz veren alimler, böyle bir şuur durumunu kastederek bunu yapmışlardır.
Denizde boğulmak üzere olan kimse, “Yetiş ya Abdülkadir Geylani” derken Abdülkadir Geylani hazretlerinin bizatihi kendisinde bunu işitecek ve kendisine yardım edecek bir kudret bulunduğunu düşünür, “isterse beni duyar ve gelip yardım eder” diye vehmederse tehlikeli olan budur. Yoksa arka planında, “Abdülkadir Geylani hazretleri büyük bir velidir; böyle dersem onun Allah Teala’ya yakınlığı dolayısıyla Allah Teala onun hatırına/hürmetine bana yardım eder” gibi bir düşünce varsa, bunun şirk vs. olduğunu söylemek doğru değildir.
Vallahu a’lem…
Milli Gazete – 5 Mayıs 2012