Soru: Mezahib-i erbaadan birisine ittiba konusunda icma teşekkül etmiş midir? Bu icmaı reddeden Ehl-i Sünnet’ten çıkar mı? Bu icma devr-i tabiinin mi, yoksa tebe-i tabiinin mi icmasıdır? Mezahib-i erbaadan birisine tabi olmayan, “Ben Ehl-i Sünnetim” dese dahi, Ehl-i bid’adır değil mi?
Cevap: Bu soruya, biri “ilke”, diğeri “vakıa” planında iki ayrı cevap vermek mümkündür.Önce “ilke” planını zikredelim:İcma, –bilindiği gibi– bir dönemdeki müçtehidlerin fer’î bir mesele üzerindeki görüş birliğidir. Müçtehid İmamlar’ın yaşadığı dönemde “dört mezhep” tabirinin henüz teşekkül etmediğini biliyoruz. Zira o dönemde mevcut mezheplerin sayısı 4’ten çok daha fazla idi. Dört mezhep imamından herhangi birinin de, “Dört mezhep dışında bir başka mezhebe tabi olmak icmaa aykırıdır” anlamına gelebilecek herhangi bir ifadesi yoktur.
Bu tabir, çok daha sonraki dönemlerde yaşamış mezhep ehli ulemanın, mutlak içtihad seviyesinde alim bulunmadığı gerekçesiyle –dört mezhep dışındaki Sünnî amelî mezhepler inkıraza uğradığı için– mevcut Sünnî amelî mezhepleri ifade için kullanılmıştır. Yaklaşık olarak hicrî 4. yüzyılda ve sonrasında dört mezhep dışında Sünnî amelî mezhep kalmadığı için Ehl-i Sünnet, amelî meselelerde bu dört mezhepte toplanmış ve zaman içinde bu dört mezhepten birine tabi olmak Ehl-i Sünnet’in bir hususiyeti olarak temayüz etmiştir.
Şu halde mezhep ehli (mutlak içtihad seviyesinde olmayan) ulema tarafından oluşturulmuş bulunan “dört mezhepten birine ittiba” söylemi, teknik anlamda “icma” olarak değerlendirilemez. Zira ortada “mutlak müçtehid” yoktur ki, “icma”dan da söz edilebilsin! Mutlak müçtehid olsa, dört mezhepten birine ittiba ile ilzam edilemez; zira onun zaten kendi mezhebi vardır. Bu durumda da “dört mezhep” tabiri anlamsız olurdu.Öyleyse buna olsa olsa “görüş birliği” denebilir.
Bu aşamada sorunun “vakıa” planındaki cevabına da intikal etmiş oluyoruz.Mezhep ehli ulema, mutlak içtihad dönemi sona erdikten sonra Ehl-i Sünnet’in temerküz ettiği bu dört mezhebin dışına çıkmayı, itikadî bir sapmanın alameti veya vesilesi saydığı için böyle bir sınırlamaya gitmiştir. Zira “mezhep”, Din’i ve onun kaynaklarını anlama biçimini yansıtan bir sistemdir. Bu sistemin Fıkhî kabulleri (istinbat metodu) olduğu gibi İtikadî kabulleri de vardır. (Her ne kadar tarih içinde İtikadî sahada Ehl-i bid’at mezheplerden birini benimsediği halde Fıkhî sahada Sünnî amelî mezheplerden birini iltizam erdenler –söz gelimi itikada Mu’tezilî, amelde Hanefî olanlar– bulunmuş ise de, bu paradoksal manzaranın münferit tercihlere münhasır olduğunu söylemek durumundayız.)Bazı istisnalar dışında vakıa da bu tavrı teyit edegelmiştir.
Zira dört mezhebe muhalif bir görüş benimseyen kimselerin ya bizzat kendilerinin Ehl-i Sünnet’e muhalif kabullere sahip olduğu veya böyle kabullere sahip bir başkasını taklid ettiği görülmektedir.Dört mezhepten birini iltizam etme tavrı ne Tabiun, ne de Tebe-i Tabiîn döneminde ortaya çıkmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi bu tavır, çok daha sonra yaşamış mezhep ehli ulemaya aittir.”Dört mezhepten birine tabi olmayan bir kimse Ehl-i Sünnet olduğunu söylese dahi Ehl-i bid’at sayılır mı? Sorusunun cevabı da aynı şekilde “ilke” ve “vakıa” planında verilmelidir.İlke planında bu soruya olumsuz cevap vermemiz gerekiyor.
Zira teorik olarak bir kimsenin ahkâm istinbatında mutlak içtihad seviyesine ulaşamayacağını söylemek doğru değildir. Bu, “aklî bir imkân” olarak “mümkin”dir. Bir diğer ifadeyle, İtikadî sahada Ehl-i Sünnet çizgide bulunan bir kimse, Fıkhî istinbat sahasında kendi mezhebini tesis edebilecek kudrette ise bunu yapabilir. Ve bu tavrıyla o, Ehl-i Sünnet dışına çıkmış olmaz. İlke olarak bunun önünde herhangi bir engel yoktur.Ancak vakıa planında mutlak içtihad seviyesini ihraz etmenin –özellikle “bilgi çağı” dedikleri günümüzde!!– kolay bir iş olmaması dolayısıyla, dört mezhepten birine tabi olmayan bir kimsenin, Ehl-i Sünnet dışı bir İtikadî sisteme tabi olduğunu veya kendisinin böyle bir sistem oluşturma tavrında bulunduğunu söylemek durumundayız.
Şu halde, amelî sahada dört mezhep dışında bir başka mezhebe ittiba eden kimsede –İtikadî sahada Ehl-i Sünnet olduğunu söylese de– bir “arıza” durumu olduğunu pratikten hareketle söylemek yanlış olmayacaktır.Esasen soruda “mezhebe ittiba” söz konusu edildiği için burada “ilke” planında söylenenler değil, “vakıa” planında söylenenler esas alınmalıdır. Zira bir mezhebe ittiba eden kişi müçtehid değil, mukalliddir. Mukallid seviyesindeki bir kimsenin kendi istinbat sistemini kurmasından söz edemeyeceğimize göre, böyle bir kimsenin, farkında olmadan Bid’at din telakkisine dayalı bir bid’at mezhebi iltizam ettiğini, dolayısıyla Ehl-i bid’at’a kaydığını söylemek yanlış olmaz.
Milli Gazete – 18 Kasım 2004