Pek çok Kur’an beyanı, insanoğlunun bu dünyada bulunuşunu anlamlandırma sürecinin bir önceki yazıda zikredilen kavramların anlattığı faaliyet ile başladığını açık bir şekilde ifade etmektedir. Şu halde –tekraren söyleyelim– kendisine herhangi bir peygamberin daveti ulaşmamış olan kimsenin sorumluluğu, Allah Teala‘nın var ve bir olduğu sonucunu intaç edecek olan nazar ve istidlal faaliyetiyle sınırlıdır.
Denebilir ki: Aklını, nazarî ve istidlalî meselelerin üstesinden gelecek ölçüde çalıştırmayı beceremeyen, inancı, içine doğduğu dinî ve kültürel ortamın değerleriyle şekillenmiş olan bir kimsenin (yani Patagonyalı çobanın), günlük hayatın binbir meşgale ve sıkıntısının cenderesinde ömür tüketirken Allah‘ı aramayı aklına getirmemiş olması normal değil midir?
Buna Kur’an şöyle cevap veriyor: “Onlar orada (Cehennem’de), “Rabbimiz! Bizi çıkar; önce yaptıklarımızdan farklı olarak salih amel(ler) işleyelim“ diye feryat ederler. (Onlara) “Size, düşünen kimsenin düşünmesine yetecek kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur“ (buyurulur).” (35/Fâtır, 37.)
Burada bahsimizin medarını teşkil eden nokta, “düşünen kimsenin düşünmesine yetecek kadar ömür” cümlesiyle ifade buyurulmuştur. Hemen arkasından gelen “Size uyarıcı da gelmedi mi?” cümlesi ise –Elmalılı merhumun da belirttiği gibi–, füru-i ahkâma mütealliktir.
Öyleyse bu dünyada her anını, çevresini ve benliğini kuşatmış bulunan afakî ve enfüsî ayetler arasında geçirdiği ve “yeteri kadar” ömür sürdüğü halde üzerine düşen “ibret alma” sorumluluğunu yerine getirmemiş olan kimsenin, ahirette herhangi bir hüccete sahip olmayacağını söylemek durumundayız. Madde planında kendisine faydalı ve zararlı şeyleri birbirinden tefrik etmeyi, eşyayı kullanmayı, hayatını ve çevresini tanzim etmeyi, geçmişin muhasebesini ve geleceğin tasarımını yapmayı bilen, bütün bunlar için gerekli fıtrî ve kesbî imkânlarla donatılmış olan insanın, Allah’ı aramak gibi en temel bir görevi ihmal etmesini mazur gösterecek ne türlü bir gerekçeden söz edebiliriz?..
Burada son derece önemli bir husus daha var:Kur’an‘ın pek çok ayetinde Allah Teala‘nın, zalimlere ve fasıklara hidayet vermeyeceği beyan edilmekte ve yine insanların “hidayet” ve “dalalet“inin Allah Teala‘nın dilemesine bağlı olduğu belirtilmektedir. Örnek olarak şu ayetlere bakalım: “Bu, babaları uyarılmadığı için (kendileri de) gafil kalmış bir kavmi uyarman için Azîz ve Rahîm (olan Rabbin)’in indirmesi (olan vahiy)’dir. Andolsun ki hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir de artık iman etmezler. Boyunlarına, çenelerine varan demir halkalar geçirmişizdir. Bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına birer set çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden, artık göremezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da birdir; iman etmezler. Sen ancak Zikr’e uyan ve görmediği halde Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin…” (36/Yâ-Sîn, 5-11.)
Böyleyken insanların, –ibret almak ve bunun sonucunda iman etmek için– kâinattaki ve Kur’an‘daki ayetler üzerinde düşünmesinin istenmesinde ve Peygamberler‘e “tebliğ” sorumluluğunun yüklenmesinde ne gibi bir fayda ve hikmet olabilir?Bu noktada genellikle düşülen hatanın, ilgili ayetlerin tümünü bir arada değerlendirmeye almamaktan kaynaklandığını görüyoruz. Yukarıda zikrettiğim ayetlerden ve benzeri muhtevadaki diğer nasslardan hareketle Allah Teala‘nın, insanlara hidayet verirken de, onları dalalete sevk ederken de onlardaki hiçbir hususiyete itibar etmediğini söylemek yanlış olur. Bir diğer söyleyişle, evet, hidayet de dalalet de Allah Teala‘nın izni ve iradesi iledir; ancak bu izin ve iradenin hangi istikamette tecelli edeceğinde, kulun niyet, tutum ve gidişatının da elbette rolü vardır.”Bu rol nedir?” diye sorulacak olursa, derim ki: İnsanda Hakk‘ı keşif yolunda bir niyet ve çaba varsa, Allah Teala onu, ilham, rüya, hads vb. vasıtalarla doğrudan veya doğru kişilerle/bilgilerle karşılaştırmak vb. tarzında dolaylı bir yardımıyla destekler. (Bu konuda Şah Veliyyullah‘ın Hüccetullâhi’l-Bâliğa‘sının başlarında mühim izahat vardır.)Bu dünyada hangi ahval ve şeraitte yaşıyor olursa olsun, her insanın buradaki varlığının kaynağı ve sebebi konusunda şu veya bu seviyede mülahazaları vardır. Akıl, şuur ve irade sahibi olmanın en temel esprisi budur.
Devam edecek.
Milli Gazete – 7 Aralık 2004