Kişi hakkıyla iman etmekle, eşyanın künhüne inebilme, sebepleri ve olayları birbirine bağlayan rabıtayı sezebilme ve zahir-i halin ötesine uzanabilme yetisine kavuşabilir. Bu, “hikmet” dediğimiz şeydir ki, “mü’minin yitiği“dir[1]et-Tirmizî, “İlim”, 19; İbn Mâce, “Zühd”, 15. Zayıf olduğu belirtilmiştir. ve nerede bulursa bulsun, mü’min onu öz malı olarak alır.
Burada bir parantez açarak belirtelim ki, hikmetin mü’minden başkasında da bulunabileceğinin ifade buyurulması, hikmetin cevherinin imandan başka birşey oyduğunu göstermez. Bunu, “… nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki fakih değildir“[2]Ebû Dâvûd, “İlim”, 10; et-Tirmizî, “İlim”, 7; İbn Mâce, “Mukadime”, 18, “Menâsik, 76; ed-Dârimî, “Mukaddime”, 24; Ahmed b. Hanbel, … Continue reading hadisinde ifade edilen duruma benzeterek açıklayabiliriz…
Dünya hayatına “insan” olarak getirilmiş bulunmanın hafife alınır yanı olmadığı sadece mü’min tarafından kavranabilen bir husustur ve bu, buradaki varlığımız için “en temel hakikat”tir. Kendisine İslamî tebliğ ulaşmamış kimselerin –İmam Ebû Hanîfe ve Maturîdiyye uleması tarafından– Allah Teala‘nın varlığını ve birliğini idrak ve ikrar etmekle mükellef olduğunun belirtilmesinin sebebini buradan başka bir yerde aramak beyhudedir. Keza Kur’an‘ın, insanın başıboş bırakılmayacağına yaptığı vurguda da, burada bulunuyor oluşumuzun anlamını ciddiye alarak idrak ve gereğini ifa için “şok” bir uyarı bulunduğunu görüyoruz…
Eğer iman varlığımızın en temel anlamıysa, “layıkı veçhile” olması gerektiği de izahtan vareste demektir. İmanda meydana gelecek en küçük bir arıza, tutunduğumuz dalın, bir süre sonra altımızdan hızla akmakta olan sele kapılabileceğimizi haber verir tarzda çatırdaması demek olur. Ulemanın iman ile amel arasındaki ilişki hakkında söylediklerini bu bağlamda “teknik bir tartışma” olarak değil, aynı hakikatin farklı veçheleriyle dile getirilmesi olarak değerlendirmek gerekir. Amelin imandan bir cüz olmadığını söyleyenlerin dahi, amelin önemsizliği ya da hayatın herhangi bir sahasının imandan bağımsız olabileceği anlamına gelecek bir ifade ve tavrı bahis konusu olmamıştır. (Hint diyarının iki allamesinin bu konudaki izahatı gerçekten nefistir.[3]Bkz. Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî, Feydu’l-Bârî, I, 46 vd; Şebbîr Ahmed el-Osmânî, Fethu’l-Mülhim, I, 440 vd.)
Hayatın en temel anlamının, hayatın her alanına damgasını vurması da eşyanın tabiatı icabıdır. Efendimiz (s.a.v)’in, hangi amelin daha faziletli olduğu sorusuyla sıkça karşılaştığını biliyoruz. Bunlara muhatabın durumuna ve halin icabına göre değişik cevaplar verdiğini de. Ancak yine de bunları bir tasnife tabi tutacak olursak, el-Buhârî ve Müslim tarafından da yer verilen ve en üstün amelin “iman” olduğunu belirten cevabı en başa koymamız gerekir. Diğer cevaplar ise, “imandan sonra en hayırlı amel”i anlatmaya hamledilecektir.
En üstün amelin iman olmasında şaşılacak bir nokta yoktur. Zira kalbin ameli olarak iman, insanın niyetini de, diğer bütün amellerini de, tasavvur ve temayüllerini de kuşatan ve belirleyen biricik cevherdir. Dolayısıyla gerek içimizde, gerekse dışımızda ondan bağımsız ve onunla ilgisiz bir alan düşünmek mümkün değildir.
Hayat-iman ilişkisini, Süfyân b. Abdillah es-Sekafî (r.a)’ın, hayatın özünü, özetini kasdettiği anlaşılan ve çeşitli lafızlarla nakledilen talebine Efendimiz (s.a.v)’in verdiği cevabı naklederek bitirelim: “Allah’a iman ettim“ de; sonra da dosdoğru ol!”[4]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 413, IV, 383; İbn Hibbân, es-Sahîh, III, 221; Abdürrezzâk, el-Musannef, XI, 128…
Milli Gazete – 3 Nisan 2006
Kaynakça/Dipnot
↑1 | et-Tirmizî, “İlim”, 19; İbn Mâce, “Zühd”, 15. Zayıf olduğu belirtilmiştir. |
---|---|
↑2 | Ebû Dâvûd, “İlim”, 10; et-Tirmizî, “İlim”, 7; İbn Mâce, “Mukadime”, 18, “Menâsik, 76; ed-Dârimî, “Mukaddime”, 24; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 437, III, 225… |
↑3 | Bkz. Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî, Feydu’l-Bârî, I, 46 vd; Şebbîr Ahmed el-Osmânî, Fethu’l-Mülhim, I, 440 vd. |
↑4 | Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 413, IV, 383; İbn Hibbân, es-Sahîh, III, 221; Abdürrezzâk, el-Musannef, XI, 128… |