İmam Ebû Hanîfe’nin “istiva”yı “yerleşme/mekân tutma” tarzında anlamadığını gösteren bir diğer husus da, gerek el-Fıkhu’l-Ekber‘de[1]Ali el-Karî’nin Minahu’r-Ravdi’l-Ezher’I ile birlikte, 119; Kemâluddîn el-Beyâdî, el-Usûlu’l-Münîfe, 43., gerekse el-Akîdetu’t-Tahâviyye‘de[2]Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Akîdetu’t-Tahâviyye (Sa’îd Fûde’nin eş-Şerhu’l-Kebîr‘i ile birlikte), I, 682. Yüce Allah’ın zatı için bir sınır tasavvur etmenin doğru olmadığını vurgulamak amacıyla “lâ hadde leh”, “te’âlâ ani’l-hudûd ve’l-ğâyât” (“O’nun zatının bir sınırı yoktur”, “(Zatının birtakım) sınırlar(la mahdut olmasın)dan ve son noktaları bulunmaktan münezzehtir”) gibi ifadeler kullanmış olmasıdır. Allah Teala’nın zatının, Arş’a bakan taraftan sınırı olduğunu söylemeyenin Kur’an’ı red ve Allah Teala’nın ayetlerini bilerek inkâr etmiş, dolayısıyla küfre düşmüş olacağını söyleyen İbn Teymiyye[3]Mesela bkz. Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, II, 607. ile İmam Ebû Hanîfe’nin bu noktadaki tavrının birbirine ne derece zıt olduğu, ayrıca vurgulamaya gerek bırakmayacak kadar açıktır.
Hemen belirtelim ki bu sadece İmam Ebû Hanîfe’nin tavrı değildir. Yüce Allah’ın “hadd”den tenzihi konusunda Süfyân es-Sevrî, Şu’be, Hammâd b. Zeyd, Hammâd b. Seleme, Şerîk b. Abdillâh, Ebû Avâne… gibi selef imamları da bu noktada İmam Ebû Hanîfe ile aynı çizgidedir.[4]el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, III, 3. Bu bilgiyi bize nakleden İmam Ebû Dâvud et-Tayâlisî –ki İmam Ahmed b. Hanbel’in hocalarının kuşağındandır–, “Bizim görüşümüz de budur” der. el-Beyhakî de şunu ekler: “Büyüklerimiz bu inanç üzere yürümüşledir.”[5]el-Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sofât, 426. İşbu “hadd” meselesi de cihet, mekân, cismiyet… gibi hususlarla doğrudan ilişkilidir ve ayrı bir bahis olarak ele alınacak kadar önemlidir. Ancak konumuz bu olmadığı için bu kadarla yetinelim…
İmam Ebû Hanîfe’nin bir önceki yazıdaki 4. maddede ifade ettiğim tavrı açıkça gösteriyor ki, Allah Teala’nın mahlukatına uzaklığı/yakınlığı “mesafesel” değildir. O bize şah damarımızdan daha yakındır[6]50/Kâf, 16., biz neredeysek bizimle birliktedir[7]57/el-Hadîd, 4.; ancak bu yakınlık, O’nun zatının bize, iki cismin birbirine mekânsal yakınlığı anlamında değildir. Aynı şekilde O Arş’a istiva etmiştir ve bu istiva O’nun bizden, iki cismin birbirine uzaklığı anlamında “mesafesel” olarak uzak olduğunu anlatmaz. O’nunla mahlukat arasında “mekânsal ve mesafesel” bir ilişki yoktur.
Dolayısıyla İbn Teymiyye’nin hararetle tavsiye ettiği eserinde Osman b. Sa’îd ed-Dârimî’nin iddia ettiği gibi, dağın başındaki kimsenin Allah Teala’ya, dağın eteğindeki kimseden daha yakın olduğunu söylemek[8]Osman b. Sa’îd ed-Dârimî, Nakdu’d-Dârimî, I, 504. Ehl-i Sünnet’in mezhebi değildir.
Bir önceki yazıda 5. madde olarak zikrettiğim, “O’na dua edilirken aşağıya değil, yukarıya yöneliriz. Zira “aşağı”lık, uluhiyet ve rububiyetle bağdaşan vasıflardan değildir” fıkrası da aynı durumu bir başka açıdan ifadeye koymaktadır. Yüce Allah’ın “mekânsal” anlamda Arş’ın üstünde, “semada/gökte, yukarıda… olduğunun İmam Ebû Hanîfe’ye atfen söylenemeyeceği buraya kadar anlatılan hususlardan ortaya çıktığına göre, İmam’ın bu ifadelerini de aynı “tenzih” çizgisinde anlamak gerekir. O’na dua ederken ellerin yukarıya kaldırılması, Allah Teala’nın –haşa– mekânsal olarak “üstümüzde/yukarı cihette” olmasından değil, “yücelik/uluvv” sıfatına sahip olmasındandır.
Devam edecek.
Vahdet Gazetesi – 7 Şubat 2015
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Ali el-Karî’nin Minahu’r-Ravdi’l-Ezher’I ile birlikte, 119; Kemâluddîn el-Beyâdî, el-Usûlu’l-Münîfe, 43. |
---|---|
↑2 | Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Akîdetu’t-Tahâviyye (Sa’îd Fûde’nin eş-Şerhu’l-Kebîr‘i ile birlikte), I, 682. |
↑3 | Mesela bkz. Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, II, 607. |
↑4 | el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, III, 3. |
↑5 | el-Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sofât, 426. |
↑6 | 50/Kâf, 16. |
↑7 | 57/el-Hadîd, 4. |
↑8 | Osman b. Sa’îd ed-Dârimî, Nakdu’d-Dârimî, I, 504. |